Alman felsefesinden bahsedilir. Onların büyük filozofları vardır. Fransa da öyledir. İngilizler de hem liberal kapitalizminin teorisyenidirler hem de yekûnlu bir kapitalizm eleştirisi için Marks'ı ithal etmişlerdir.
İnsandır bu sormaz mı sorar: Niye bizim bir felsefe geleneğimiz yok? Diğeri yüzüne bir düşünür edası vererek cevaplar, "Dilimiz Türkçe felsefe yapmaya elverişli değil efenim!"
Gerçekten öyle mi?
Mesela Mevlâna? Mesela İbn Arabî, Hacıbektaş-ı Velî, mesela Niyazi Mısrî? Ya Filibeli Ahmet Hilmi ya onun A'mâk-ı Hayâl'i? Ahmet Yüksel Özemre'ye falan hiç girmiyorum, çünkü bütün düşünürlerimizi yazsam bu köşenin sınırlarını sel basar...
Kimdir bu insanlar? Yaşadıkları çağın bilgisiyle varlığın ilmini, gerçeği kavrama fikrini yeniden üretmişlerdir. Hakikate ulaşmak için felsefe yapmışlardır. Felsefe hikmetli sözün, kutsal sözün, kelâmın açılmasıdır. Evet felsefe, biz irfan da diyoruz buna, finalde şu veya bu şekilde dine bağlanır. Dine bağlanmayan felsefe, kusura bakmayın ama bir oyalanmadır.
***
Düşünce adamlarını izlemek, insanıkâmillere bakmak bize bir görgü, bir âdabımuaşeret de verir. Öyledir, insan farkındalığı yükseldikçe zarifleşir.
Erol Güngör'e göre görgü, medeniyetin gizli anayasasıdır. Bu olmazsa olmaz. Ona göre görgü bir üst sınıf jesti değil, toplumsal ilişkilerin düzenini sağlayan "Ahlâkın incelmiş biçimidir." Sıkça vurguladığı "davranış terbiyesi", "toplumsal incelik", "kültürün ahlaki niteliği" gibi kavramlarla bunu anlatır.

Bu açıdan bakıldığında Türkiye'de yaşanan kültürel savrulmalar, mahalle davranış kodlarının siyaseti rehin alması, kamusal hayattaki öfkeli sertlik ve estetik beğenilerimizin düşkünleşmesi modernleşmenin ruhunu kaybetmiş bir süreç olarak işletilmesinin sonucudur. Güngör'ün "kültür bir toplumun ruhudur" tespiti burada tam yerindedir. Ruhumuz perperişan edildiğinden, kurumlar iyi çalışsa bile toplum iyi işlemez. Köylülüğün modern biçimleri kamusal alanı belirler. Kaba güç ilişkileri estetik ve ahlâki derinliği bastırır. Sonuçta kültür yalnızca eğlenceye indirgenir, ahlâk gereksiz bir mızırdanmaya, görgü ise eski kuşakların sararmış fotoğraflarında kalmış bir unutkanlığa dönüşür.
Etrafımızdaki rol modeller ondandır, çocuksu bir narsizmin gayri ahlâki örnekleri olarak içi boş bir sürahi gibi çınlar...
***
İslam Bilgeleri felsefenin hasını üretmişlerdir. Çağdaş dünyayı anlamak için gerek psikolojide gerekse ahlâki tahlillerde bize altın değerinde ipuçları vermişlerdir. Bazılarının anlamadığı şey, mazeret olarak ileri sürdükleri Gazali'nin de velut bir filozof olduğudur...
Mevlâna'ya kâfir diyenler, Hafız'ı öteleyenler, Hayyam'ın büyük bir matematikçi olduğunu bilmeyenler, üzüm ve şarap metaforundan âlemcilik çıkaranlar, meseleyi kıla tüye indirgeyenler, gerçek ve de ancak derin düşünceyle çözülecek sorunlara sırtını çevirenler... sıkıntılı ezbercilerdir zannımca.
Taklitte kalmışlar, meseleyi hazmetmemişlerdir. Yani kafalarını çalıştırmak yerine bitkisel bir serzeniş hâlindedirler.
***
İslam akidesi heyecan verici bir düşünce deryasıdır. O deryada açığa çıkarılması gereken gizli defineler vardır. Ama yorumlama bahsinde maalesef Modern Pozitivist sapmalar hayli çoktur. Beş duyuya indirgenmiş yüzeysel bir söyleme, keşfi ve ilhamı kaybetmiş bir düşüncesizlik trafiğinde sıkışıp kalınmıştır.
Şunu söyleyelim: Bir düşünce geleneğimiz evet, vardır.
Doğu başlı başına bir gelenektir. Ama bu müthiş geleneğin üstünü sallapati bir modernleşmenin mühendis kafasıyla örtmüşüzdür.
Mevlâna diyor ki, anlatacaklarım karşımdakilerin anlayacağı kadardır. Mahremiyeti anlamak için bihuş, biraz da deli olmak gerekir. Muhteşem bir aforizmadır bu. Hakikatin gizi sadece düz akılla anlaşılamaz, pratik akılla, alışveriş aklıyla keşfedilemez diyor. Bu akılla sen anca yer içer ve ayakkabını bağlarsın. Hak söz, anca bu gündelik aklın üstüne çıktığında sana âyan olur, diyor.
Bu da tefekkürdür, felsefedir, hikmetli sözlerin mahallesidir...
***
Çin Komünist Parti Başkanı her konuşmasında Taoizm'den, Konfüçyüs'ten bahsediyor. Biz Konevi'den Yunus Emre'den Ahmet Yesevî'den Abdülkadir Geylâni'den bahsetmiyoruz. Niye?
Holding şeyhleri takımı da enteresan. Babadan oğula metazori geçen bir hanedanlığı tasavvuf saymak da... ne bileyim miras kavgasındaki adliye koridorlarını hatırlatıyor bana. Bir aşiret yapısının tasavvufa sızdırılmış hâli gibi. Kâmil insanların anlayamayacağı bir hadise...
Bihuş olmak pratik aklı bırakmak, modern pozitivist formatı yıkıp atmak demek. Kalbî akla, külli akla ulaşmak demek. Gündelik akılla felsefe olamıyor. Kuru fıkıh olabiliyor ancak...
"Ey Niyazi katremiz deryaya saldık biz bugün / Katre nice anlasın umman olan anlar bizi."
Diyerek kadim bir geleneği hatırlatan bilgelerimizden haberdar olmalı.
Referans noktalarımızı, filozoflarımızı hatırlamalı, felsefimizi güncellemeliyiz...
***
Meraklısına:
Erol Güngör alıntıları için Perspektif-Tarık Çelenk yazısından faydalandım.