Türkiye'nin en iyi haber sitesi
İSMAİL NUMAN TELCİ

ABD ve İngiltere’nin Yemen Saldırıları ve Kızıldeniz’de Artan Güvenlik Kaygıları

ABD ve İngiltere'nin başını çektiği koalisyon uçaklarının Yemen'de Husi hedeflerine gerçekleştirdiği saldırılar, Kızıldeniz ve Körfez bölgesinde halihazırda kırılgan olan güvenlik durumunu daha da olumsuz hale getirdi. Her ne kadar saldırılar belirli hedeflere ve kısıtlı bir kapsamda yapılmış olsa da Husiler tarafından yapılan açıklamalar, çatışmaların derinleşmesi potansiyelini ortaya koymaktadır. Bu noktada Husilerin sadece ABD ve İngiltere hedefleri yanında bu ülkelerin bölgedeki müttefiki olarak kabul edilen Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri gibi ülkeleri de hedef alma ihtimali göz ardı edilmemelidir. Nitekim Husi liderliği Riyad ve Abu Dabi'ye, gerek saldırgan ülkelere hava sahalarını açmaları gerekse de İsrail ile ilişkilerde olumlu bir yaklaşımı benimsemiş olmalarından dolayı ciddi anlamda tepkilidir. Özellikle İsrail'e yönelik yaklaşı İran destekli Husileri söz konusu Körfez ülkelerinden ayıran başlıca dinamik olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu konuda Husilerin İsrail karşısında net tavrı dikkat çekerken, bu durum 7 Ekim'de Hamas'ın İsrail'e saldırısının ardından Tel-Aviv yönetiminin başlattığı orantısız savaşta kendisini göstermektedir.

7 Ekim 2023 tarihinde başlayan çatışmalar ve Gazze'de devam eden İsrail saldırılarına karşı pek çok Arap ülkesi, diplomatik ve siyasi mekanizmaları kullanarak İsrail'e karşı bir duruş sergilemiştir. Devletler nezdindeki tepkilerin yanı sıra bölgede faaliyet gösteren bazı devlet dışı silahlı aktörler de kendi imkân ve kabiliyetleri doğrultusunda uluslararası topluma ve İsrail'e mesaj yollayarak Filistin halkına olan desteğini gösterme eğiliminde olmuştur. Bundan hareketle, son dönemde Yemen'in önemli bir bölümünü kontrol eden Husilerin Bab-ul Mandep ve Kızıldeniz'deki saldırılarını bu perspektiften ele almak mümkün olabilir. Öyle ki Husiler, 7 Ekim'den sonra Hamas'a desteklerini ilan etmiş ve İsrail'e giden gemileri hedef alacaklarını duyurmuşlardır.

Bu doğrultuda ilk olarak Husiler, Kasım ayında bir İsrail kargo gemisini ele geçirmiş ve akabinde pek çok ticari yük/kargo gemisine balistik füzelerle saldırmışlardır. 2023 yılının Kasım ve Aralık aylarında Husilerden kaynaklı olarak Kızıldeniz'deki saldırıların yüzde 500 oranında arttığı gözlemlenmiştir. Husilerin saldırıları, kısa süre içinde çok sayıda uluslararası firmanın ticaret güzergahlarını değiştirmelerine neden olmuş, bu durum bir zincir şeklinde önce yakıt fiyatlarının, ulaşım sürelerinin ve sigorta maliyetlerinin yükselmesine ve sonrasında küresel tedarik zincirlerinin zarar görmesine zemin hazırlamıştır. Kızıldeniz'in küresel deniz ticaretinin yüzde 15'ine karşılık geldiği düşünüldüğünde Husilerden kaynaklı tehdit algılamalarının kısa süre içinde ABD ve İngiltere gibi uluslararası aktörleri çözüm arayışına ittiği söylenebilir. Çünkü uluslararası aktörler açısından, Kızıldeniz üzerinden Süveyş Kanalı ve Akdeniz'e bağlanan ticaret gemilerinin akışındaki aksama, yalnız bölgesel istikrar ve güvenliğin değil küresel ölçekte ufak çaplı bir ekonomik krizin başlangıcı olabilir.

Bu gelişmelere paralel olarak ABD sürece aktif bir biçimde müdahil olmuş ve Husilere ait çok sayıda insansız hava aracını düşürmüştür. Bununla beraber ABD, Husilerin tehdit ettiği rota üzerindeki akışı sağlamak maksadıyla 10 ülkeden oluşan bir deniz görev gücü kurmuştur. Uluslararası ticaret akışına verdiği zararların yanında Husilerin saldırıları, grubun İran ile sahip olduğu bağlar ve angajmanlar neticesinde farklı sonuçlar doğurabilir. Öyle ki İran ile Husiler arasındaki vekil-güç ilişkisi, aynı zamanda ABD ve diğer uluslararası/bölgesel aktörlerin de kaygılandığı temel unsurlardandır.

Husilere silah ve ekipman sağladığı gerekçesiyle ABD tarafından suçlanan İran'ın Kızıldeniz'deki saldırıların üst aklı olduğu iddiası yine ABD tarafından oldukça güçlü bir argüman olarak yerini korumaktadır. Bu durumda mevcut tablo, kısa zaman içinde deniz rotalarından sıyrılarak daha geniş çaplı çatışmalara zemin hazırlama potansiyeline sahiptir. Diğer taraftan Kızıldeniz'deki çatışmaların daha geniş coğrafi alanlara yayılma riski, kısa zaman içinde BAE ve Suudi Arabistan gibi ülkelerin çeşitli noktalarına da sıçrama ihtimalini içinde barındırmaktadır. Böyle bir senaryoda ABD öncülüğündeki uluslararası müdahalenin daha kapsamlı hale gelmesi beklenebilir. Bu bağlamda ilgili saldırıların yalnız küresel ekonomik dengeleri değil bölgesel güvenlik denklemini de derinden etkileneceği söylenebilir.

Öte yandan Yemen'deki Şii Müslümanların bir kesimini oluşturan Husiler, kendilerini bölgede Lübnan Hizbullah'ını da içine alan "direniş eksenine" dahil etmektedir. Gazze'deki saldırıların ardından İsrail'in Lübnan Hizbullah'ına düzenlediği hava saldırıları ve son olarak Husilerden kaynaklı Kızıldeniz'deki gerilim, Ortadoğu'daki geniş çaplı bölgesel çatışmaların bir parçası olarak değerlendirilebilir. Bu gelişmeler, İsrail'i yıpratma stratejisinin ardında İran destekli ya da bağlantılı grupların bir domino etkisi altında harekete geçtiği bir tabloya işaret etmektedir.

Son olarak Rusya ve Çin, Yemen'deki savaşta doğrudan yer almamakla birlikte, Husilere dolaylı olarak destek veren uluslararası güçler olarak kabul edilebilir. Bu iki ülke, Yemen'e yönelik silah ambargoları ve diğer kısıtlamalar konusunda Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nde genellikle karşıt bir tutum sergileyerek Husilerin uluslararası izolasyonunu engellemeye çalışmaktadırlar. Bu politikalar, Husilerin uluslararası düzeyde daha az izole edilmesine ve Yemen'deki çatışmanın dinamiklerini etkilemeye yardımcı olmaktadır.

Kızıldeniz, Husilerin bölgedeki faaliyetleri ve buna verilen tepkiler, Sudan'daki iç savaş ve Somali ile Etiyopya arasında yaşanan Somaliland krizi gibi birçok sıcak ihtilaf noktasının merkezinde yer almaktadır. Bunun yanında dünya ticaretinin kilit geçiş güzergahlarından birisi olması, bölgedeki istikrarın korunmasının küresel faydaları olacak bir sorumluluk olarak görülmesi gerektiğini ortaya koymaktadır. Öte yandan Kızıldeniz'deki güvenlik durumunun kötüleşmesi sadece bölge ülkelerini değil küresel birçok aktörü doğrudan etkileyecek sonuçlar ortaya çıkarabilecektir. Bu yönüyle Kızıldeniz'de sorunların çözümünde silahlı enstrümanlar yerine diplomatik kanalların etkin olduğu çözüm yolları öncelenmelidir.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA