Türkiye'nin en iyi haber sitesi
HINCAL'IN YERİ HINCAL ULUÇ

Türkiye’ye Yön Veren Konuşmalar

Dostum, eski Kültür Bakan Yardımcısı, şimdi Hatay Milletvekili Hüseyin Yayman çok ama çok harika bir iş yapmış.. Turgut Özal'ın konuşmalarından bazılarını derlemiş, kitap yapmış.. Doğan Kitap/ 330 sayfa)
Adı, her şeyi özetliyor.
"Türkiye'ye Yön Veren Konuşmalar"
Tam da o işte.. Bu dediğimi kanıtlamak için de, içinden bir bölümü derledim. Özal'dan çok önce başlayan ve hâlâ devam eden terör ve Güneydoğu sorunu..
Okuyun bakalım, bunların, bugün 2019'da değil, 80'li yıllarda söylendiğine inanabilecek misiniz?.

***

Soru- Terör ve Güneydoğu konusu nasıl çözülecek?
Cumhurbaşkanı Özal- Bu maalesef Türkiye'de günün konusudur. Onun için bir parça üzerinde duracağım. Çok da durmak istemiyorum. Çünkü burada basın mensupları var. Yarın bakıyorsunuz hemen bir şeyler yazıyorlar. Ondan sonra ona göre bir başka birisi bir şey söylüyor. Sonra benim söylediğimin tam tersi yorumlar yapılıyor. Şimdi çok net ifade edeyim.
Terör ayrıdır, Güneydoğu meselesi ayrıdır.
Yani terörle mücade çok ayrı bir şeydir. Güneydoğu meselesi de bundan ayrıdır. Tabii birbiri ile irtibatı bir bakımdan var. Çünkü o terörü yapan kendini Güneydoğu'nun bir parçası olarak görüyor, o ayrı. Ama bizim görüşümüz, "Terör, terörle mücadale metotlarına göre çözülmesi icap eden bir konudur". Bundan başka bir şey değildir. Hatta ben bunu çok açık söyledim.
Terörle mücadelede bizden fazla şahin yoktur. Bununla sonuna kadar, ne kadar uzun olursa olsun, sonuna kadar mücadele ederiz. Hiç taviz yoktur. Ama sanki ben terörle pazarlık yapıyormuşum gibi laflar yazdılar.
Kesin olarak böyle bir şey yok. Bilakis, tam tersi, terörle sonuna kadar mücadele ederiz.
Bütün oradaki teröre karşı özel harp düzeninin alınmasında ısrar eden benim. Özel timlerin kurulması, özel yetiştirilmiş insanların getirilmesi. Çünkü terörle mücadeleyi yapacak olanların muhakkak profesyonel olması gerekir. Teröristleri takip ederek vuracak, onlarla mücadele edecek aktif insanların muhakkak profesyonel, bu maksatla yetiştirilmiş olması lazım. Terörle mücadelede de en iyi teknolojik silahları kullanmamız lazım.
Tabii arazide olanların şansı var, çünkü araziyi tanıyorlar. Çoğu oranın insanları. Ve saklanabiliyorlar. Mağaraya,taşa, kovuğa girebiliyorlar. O vakit sizin üstünlüğünüz için işte bu şekilde silahlı helikopter veya daha başka gece görüşü olan vasıtalar zırhlı araçlar gibi bir takım teknolojik üstünlükler gerek. Onların alamayacağı teknolojik üstünlüklere sahip olunmalıdır. Terörle mücadele yapanların, elemanlarımızın silahlarının da daha özel olması lazım. Belki bugünkü silahların yerine daha güçlü daha hafif daha kullanışlı silahların olması lazım. Var bunlar dünyada. Benim esas itibariyle terörle mücadelede esas söylemek istediğim budur.
Burada yılgınlığı kimsenin göstermemesi lazım. Zayiat da vereceğiz öldüreceğiz de... Karşılıklı bu işler olacak.
Bundan hiç kimsenin yılmaması lazım.
Teröre karşı yılgınlığı gösterdiğiniz zaman zaten meseleyi kaybetmişiz demektir.
Burada herhangi bir taviz yok. Bunu ben çok açık söyledim.
İkinci kısım, Güneydoğu meselesi. O ayrı bir meseledir. Tipi itibarıyla ayrıdır. Ama biraz ilişkili maalesef. Teröristle Güneydoğu insanını tam ayırma yeteneği kimsede yok. Zor bir hadise. Çünkü terörist gece silahlı, gündüz külahlı oluyor. Maalesef bu karşılık var, bunu biliyoruz. Ama bunu mümkün olduğu kadar ayırmamız lazım. Ayırabilecek tedbirleri almaktan çekinmememiz lazım.
1990 senesinde, Cizre hadiseleri olduğu zaman kanun kuvvetindeki kararnameleri biz çıkardık. Basın "Sansür-sürgün kararnameleri" diye ad taktı. Ama doğrusu o kararnamelerdi.. Eğer onları uygulayabilseydik, işler bu kadar büyümezdi. Uygulayamadık çünkü muhalefet de karşısına çıktı.
Neticede uygulayamadık onun için bu kadar hadiseler büyüdü. Ben detaya girmek istemiyorum. Bu kanun kuvvetindeki kararnameler tatbik edilmiş değil ama söylemek istediğim şu.
Terörle mücadele vardır. Bu mücadele sadece, silahlı grupların mücadelesi değildir. Yani "Top yekün bir mücadele" vardır. Bu mücadele sadece silahlı kuvvetlerin mücadelesi değil daha geniş kapsamlı mücadeledir. Burada basınımızın da bizim yanımızda olması lazım. Türkiye'nin yanında olması lazım.
Teröristlerin yaptığı hadiseleri ikinci sayfada, bizim yaptıklarımızı birinci sayfada manşette göstermemelidir. Aynı zamanda bu bir psikolojik savaştır. Kabul etmek gerek, bu psikolojik savaşta avantajı teröristlere katiyen vermemek lazım, bu Türkiye'nin aleyhine olur.

***

Fareli evin tamburisi!..
Besteci, tanbur sanatçısı Erol Sayan'ın anılarını derleyen kitaptan alıntılar yapmıştım size geçmiş pazarlarda.. Birisinde babamı, birisinde yıllarca birlikte meşk ettiği üstadı İsmail Baha Sürelsan'ı anlatıyordu.. "Başucu kitabı gibi yanımda, boş kaldıkça açıp açıp okuyorum" demiştim ya.. Geçen gün açtım..
"İsmail Baha Sürelsan'ın Evinde Fare Avı!."
Bre aman.. Ora, babam dahil, Üstad ve arkadaşlarının her cumartesi meşk ettikleri ev.. Bir nefeste okudum. Nasıl hikaye, inanmazsınız.. Buyrun siz de okuyun, görün bakalım, hani o ünlü öyküdeki "Fareli Köyün Kavalcısı" rolüne bizim tanburi Erol Sayan nasıl soyunmuş..

***

Bir gün İsmail Baha Sürelsan, "Evi satıyorum" dedi. "Hayrola?" diye sordu etrafında toplananlar.
"Yatak odasında iki tane fare pisliği gördüm" dedi, Üstat!.
Erol Sayan, "Hocam, siz Zirai Donatımda çalışıyorsunuz, oradan fare ilacı getirin" dedi.
"Getirdim Erol Bey ama yine var, yine geziyor evde" diye cevap verdi İsmail Baha Sürelsan.
Birkaç gün sonra Erol Sayan, "Hocam, annem size çok güzel bir fare zehiri hazırladı, izin verirseniz onu getireyim" diyerek izin aldı ve İsmail Baha Sürelsan'ın evine gitti. Gece saat dokuz sularıydı. Erol Sayan, ilacı evin muhtelif yerlerine koydu. Bir yandan da sağda solda fareyi gözlüyordu. Bir süre sonra umudu azaldı, gitmek için müsaade istedi, tam kalkmak üzereyken salondaki kaloriferin üzerindeki fare bir an gözüne ilişti ve gözden kayboldu.
Erol Sayan, "Hocam fare içerde" dedi. Hemen odanın kapılarını kapattılar, kapının altına ıslak bez koydular, içerde aramaya başladılar, fare yok!
Bir koltuğu kıpırdatınca fare bir anda koltuğun altından çıktı, karşıya geçti, salonda gezmeye başladı. İsmail Baha, öfkeden deliye döndü, küfretmeye başladı.
Eşi Hamiyet Hanım, "Sus İsmail, küfretme, ayıp oluyor" diyordu.
Fare yine kayboldu. Bir koltuğun ayağının, koltuğun içine gittiği boşluğa Erol Sayan ışık tuttu, fareyi gördü., "Hocam fare burada" dedi.
"Bakayım" dedi İsmail Baha Sürelsan, baktı fareyi gördü "Hamiyet getir sopayı!" dedi. Hamiyet Hanım sopayı getirdi. İsmail Baha Sürelsan, ışığın yardımıyla fareyi sopayla sıkıştırdı, bastırmaya başladı. Fare ciyak ciyak bağırıyordu. İsmail Baha Sürelsan'ın sopayı bırakmasıyla fare sıkıştığı yerden kurtuldu, atlayarak kaçtı, odadaki üzeri antika cam aksesuarlarla dolu bir sehpanın altına girdi.
Hoca elinde sopayla Erol Sayan elinde maşayla, sehpanın iki başını tuttular. Erol Sayan, "Hocam siz oradan sopayı uzatın, ben de çıkınca buradan maşayla vurayım" dedi.
Hoca, sopayla sehpanın altını yoklayınca fare bu sefer Erol Sayan'ın tarafından değil, İsmail Baha Sürelsan'ın tarafından çıktı. Fareyi birden karşısında gören hoca, bir anlık heyecanla sopayı kaldırınca sehpanın üzerindeki antika camları yere indirdi ve büyük bir şangırtıyla camların çoğu kırıldı.
Bir anda herkes çöküverdi. Fareyi unuttular İsmail Baha Sürelsan'ın fareye karşı histeri haline varmış olan öfkesi, derin bir sükut ve çöküntüye dönüştü. Gözleri gibi baktıkları antikalar tuzla buz olmuştu.
Erol Sayan, "Siz fareyi bana bırakın hocam" dedi. İsmail Baha Sürelsan'ın fare avlayacak hali zaten kalmamıştı.
Erol Sayan, korkuyla odada gezen farenin önünü kesmişti, maşayla burnuna vurdu ve fare öldü.
Ölü fareyi ele geçirmek isteyen, öfkeden gözü dönmüş ne yaptığını bilmez haldeki İsmail Baha Sürelsan'ı Erol Sayan ve Hamiyet hanım zor zapt ettiler, Erol Sayan maşayla tuttuğu fareyi götürüp mutfak penceresinden attı.
Böylece İsmail Baha Sürelsan'ın evi de satılmaktan kurtuldu.

***

Pazar Neşesi
Trafik polisi, yolda yalpalayarak, şeritleri bir türlü tutturamadan giden arabayı kenara aldı. Sürücüye, camı indirmesini işaret etti..
"Bayım" dedi, "Şu tüpü üfleyin lütfen.."
"Üfleyemem" dedi, sürücü.. "Bende fena halde astım hastalığı var. Üflersem çok kötü bir astım krizini tetikleyebilirim."
"O zaman şurdaki sağlık merkezine gidelim. Kan örneğinizi alalım.."
"Çok özür dilerim Memur Bey, onu da yapamam.. Bende hemofili hastalığı da var. Ordaki nöbetçi hemşire kanı durduramazsa, ölene kadar kan kaybedebilirim."
"Tamam o zaman" dedi, polis.. "O halde in arabadan ve tebeşirle yere çizeceğim düz çizginin üzerinde yürü.." Adam yüzünde hafif bir tebessümle cevap verdi..
"İşte onu hiç yapamam Memur Bey!."
Sonunda tepesi atan polis öfkeyle bağırdı..
"O nedenmiş bakalım?."
"Sarhoşum da ondan.."

***

Süreya'dan...
Birdenbire, bir çiçek, rıhtım taşının aralığından uzatmış başını bir çiçek yolumu kesti.. Cemal Süreya

***

Latin Sözleri
"Amor ut lacrima oculo oritur, in pectus cadit!." "Aşk, gözyaşı gibi gözden doğar, kalbe düşer! Publilius Syrus

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA