Amerika Türkiye ilişkilerinin devamlılığına baktığımız zaman hep küçük farklılıklar olacaktır. Şu anki hükümetin ABD ile ilişkilerinde kimi zaman dengeli, kimi zaman dengesiz hareket ettiğini görüyoruz. Mesela Kürecik olayında parlamentodan izin alınmadan bu üsse izin verilmesi, burada verilen ciddi bir imtiyaz. Bunun üzerine bizim aldığımız imtiyazlar da var. Örneğin teröre karşı mücadelede aldığımız istihbarat desteği, silah satışları gibi. Ama hala da Türkiye'nin ABD'den beklediği ve alamadığı çok şey var. Yine Ermeni soykırımı meselesinde hala ABD'nin ciddi bir tehdidi ile karşılaşıyoruz. O yüzden ABD Türkiye ilişkilerinin tamamen güllük gülistanlık olduğunu iddia etmek, ilişkilerin ciddi temellere dayandığını söylemek doğru değil.
Evet, Erdoğan ve Obama arasında ikili dostluklar var ama aslında sorun şu, Obama ve Erdoğan hükümetleri arasındaki ilişki tamamen gündelik meseleler konusunda oluşan çıkar ortaklığına dayanıyor. Suriye meselesi, Ortadoğu'daki diğer meseleler, İran konusu gibi diğer konularda biz aynı pozisyondayız. (Aynı pozisyonda olmalı mı olmamalı her konuya ayrı ayrı bakmalıyız.) Düşünsel bir ya da daha ideolojik bir müttefiklik yok. Zamanında ikili ilişkilerde hep askeri ortaklık ön plana çıkmış. Şimdi de günlük dış politika ilişkileri ön planda. Mesela Sudan meselesinde ayrı düşmüştük. Büyük sıkıntı olmuştu. İran meselesinde ayrı düşmüştük. Ama 2009 yılında ben Türkiye'nin İran sorunuyla ilgili diplomatik bir çözüm getirmesinin olumlu olduğunu görüyorum. Bugün mesela Suriye konusunda diplomatik çözüme sıcak bakmayan taraf biziz.
"DEPREM OLUR ABD'DEN BİLİNİR"
Bir Amerikan emperyalizmi tepkisi de var...2000'li yıllarından başından beri Davutoğlu'nu takip ediyorum. Entelektüel oluşu, meselelere çok boyutlu, çok disiplinli bakışı bence Türk dış politikasında İsmail Cem'den sonra yeni bir bakış açısı getirmiştir. İsmail Cem'le benzeşiyorlar. Cem'in de "Turkey in the New Century adlı bir kitabı vardır, 1996'da basılmıştır. Bu kitaptaki ana düşüncelerle Davutoğlu'nun düşünceleri arasında benzerlik vardır. Ki Davutoğlu meselelere daha entelektüel, daha fazla boyut katarak bakmıştır. İsmail Cem daha özet bakmıştır. Türkiye'nin bir dünya devleti olmasıyla ilgili, işte doğusuyla, batısıyla ilişki kurmasıyla ilgili, yıllardır doğumuzu ihmal ettiğimizle ilgili aynı fikirdeler. Davutoğlu dış politikasının merkezine önce insanı koymuştu. 2002-2003 yıllarında insan vardı. Sonra Sudan meselesinde insanın alınıp merkezden Müslüman kimliğin konulduğunu gördük. Çünkü mazlum olan taraf Hıristiyanlardı. Güçlü olan taraf Müslümanlardı. Maalesef biz o konuda Sudan'ın liderini kırmızı halıyla Türkiye'de ağırladık. Bu ciddi bir hataydı. Bu dönemde 2007-2008 yıllarında insandan, Müslüman'a geçiş söz konusu.
En son olaylara baktığımız zaman, Haşimi meselesiyle ve Suriye'deki tavrımızla Müslüman'dan Sünni'ye kayıldığını görüyoruz. Aslında bu durum, kimlik değişimleri ciddi bir güvenlik riskleri yaratıyor. Ben insandan Müslüman'a geçince ciddi bir kırılma yaşadım. Dünya'daki birçok mağduriyete, karşı tavır alınması gerektiğini, Türkiye'nin ahlaki bir tavır alması gerektiğini söyleyen Davutoğlu düşüncesi Sudan'da ahlaki olmayan tarafta yer aldı. Benim için kırılma noktası oldu. Orada çağdaş sosyal demokrat, evrensel aydınlanmacı bir dış politikanın ne kadar önemli olduğunu anladım. Mesela İsrail krizi. Orada AKP hükümetini eleştirecek çok şey yok. Filo krizindeki detaylar hariç, alınan pozisyonda sıkıntı yoktu. Kimliğin sırf Müslümanlığa indirgenmesi kırılma noktasıydı. Şimdi hatayı büyüterek Sünni kimliğe geçtik. Son hafta Davutoğlu'nun bir röportajını okudum, orada mezhepçilik yapmadığını söylüyor. Ama alınan pozisyonlara baktığımız zaman. Haşimi'nin arama kararına rağmen Türkiye'de barındırılması. ABD'nin de bu konuda ciddi bir destek vermediğini görüyoruz.
"HAŞİMİ'Yİ ÜÇÜNCÜ BİR ÜLKE BARINDIRMALI"
Yalnız bu Sünni görüntüyü biraz olayların akışı zorlamadı mı? Mesela Maliki'ye kuzeyde Kürtler, Mukteda El Sadr ve seküler İyad Allavi gibi Şiiler de karşı çıktı. Orada Maliki karşıtı bir grup oluştu. Haşimi Türkiye'ye sığındığında biraz onu barındırmak zorunda kaldık gibi geliyor bana. Sığınan kişiyi veren ülke konumuna düşecektik?CHP'nin aslına bakılırsa bu konuyla ilgili bir çözüm önerisi var. Web sayfasına bakılırsa görülür. En baştaki noktayla, şimdiki nokta arasında fark yok. En başından beri CHP, diplomatik çözümden yana olduğunu yetkili ağızlardan ifade etti. Diplomatik çözümde İran, Rusya ve Çin gibi aktörlerin katılımı gerekir. Ve aslında baktığımız zaman Türkiye'nin gerçekten önceleri İsrail ve Suriye arasında oynadığı rol olsun bir yönü vardı.
"TÜRKİYE DIŞİŞLERİ SURİYE KRİZİNDE YARATICI DAVRANMADI"
Peki şunu sorayım. Rusya bunun için bazı adımlar attı. Muhalefet ile Esed'i bir araya getirmeye çalıştı. Moskova'da ağırladı, görüşmeler yapıldı. Fakat muhalefet Esed'le görüşmek istemedi. Sonra işin içine İran girdi. İran arabulucu olmak istedi. O başarısız oldu. Davutoğlu da, defalarca Esed'le görüştüğünü, Şam'a gittiğini, fakat kendisinin dinlenmediğini söylüyor. Aktörler uzlaşmak istemiyor. Burada nasıl bir fark yaratmak lazım da, tarafları bir masaya oturtmak lazım?Onun sarf ettiği cümleler talihsiz. Madem çözüm için görev aldın böyle konuşmamak gerekir. Ama mesela Rusya'nın da Çin'in de, Suriye'deki durumun bu şekilde devam etmesi kimsenin işine gelmiyor. Şimdi bizim Rusya ile de ilişkilerimiz bozulma potansiyeli taşıyor. Rusya ve İran'a enerji bağımlılığımız önemli riskler taşıyor. Mesela Rusya neden bu gazı koz olarak kullanıyor. Çünkü AKP enerji alternatifleri oluşturmadı. Yenilenen enerjiye yönelmedi. 2009'da çıkarılan kanun yatırımcıları enerji yatırımına yönlendiremedi. Nijerya gibi ülkelerden gaz alımı yapmadık. Farklı teknolojilere yatırım yapmadık. Bunlar düşünülmedi.
Öyle bir hale geldik ki, evet yani olaylar akışı bizi bu duruma getirdi. Kimse bu duruma gelmek istemezdi. Şimdi dalga geçilme vesilesi olan sıfır sorun politikası meselesi, tek tek tüm ülkelerle aramızı nasıl bozayım diye düşünmezsiniz. O kadar ortaya çıkarılan entelektüel çerçeveye, tuğla gibi kitaba, çok disiplinli bakış açısına rağmen demek ki Ortadoğu'da, "dilini iyi konuşuyorum, danışmanların var" dedikten sonra olayların akışını ön görememek de mümkün. Aslında bunu ön görememek bir açıdan normal. Çünkü siyaset bu. Fakat alternatif planlar yok mu? Her şeyi mi yanlış öngördük? Arap Baharı oldu mesela Davutoğlu ABD'de konuştu. Biz öyle bir durumdayız ki nerde olduğumuz belli değil. Libya ile ilişkilerimiz iyi. Bir diyoruz ki Libya'da NATO'nun ne işi var. Bir anda değişiklik oldu, NATO'yu destekledik. Sonra biz nerdeyse Arap Baharı'nı biliyorduk durumuna geldik. Bu kadar özgüven fazlaydı. Şimdi CHP de iktidar olsaydı bu olayları hepsini göremezdi. Suriye düşecek, Mısır ve Libya'da şu olacak. Önemli olan bu gibi noktalarda özgüvenin makul olması ve alternatif planların oluşturulması. Bugün de mesela, Euro krizinin nasıl sonlanacağını, Yunanistan'ın çıkışıyla mı biteceğini iki doktora yap bilemezsin. Orada birden çok parametre devreye giriyor. Hükümetin ve Davutoğlu'nun bakış açısı şu: "biz bölgeye, biliyoruz, seviyoruz, onun parçasıyız" Böyle diyerek her şey kontrol altında izlenimi verildi. Ne olursa olsun hepimiz aynı gemideyiz. Dış politikanın bu hale gelmesi herkesi üzmeli. Artık PKK nedeniyle de karanlık 90'lardaki gibi günlere döndük, sık sık şehit haberleri geliyor. Şu an yapılan hatalardan dönülebilir. Ama ne kadar dönülebilir bilmiyorum.
Öyle bir de şey var fakat Suriye'de bir Kürt bölgesi kurulduğunda, Barzani destekledi. Oradaki ilişkiler de uzun vadeli olmayabilir. Kırılgan olabilir. Öyle hassas bir yapı var ki Irak'ta. Adam petrolünü bize değil de hep başkasına satabilir.
#Sayfa#
"ABD İÇİN ASYA VE PASİFİK ANA STRATEJİK HEDEF"
Türkiye sanki Suriye konusunda yalnız kaldı. ABD askeri müdahaleden kaçındı ve seçimleri bahane gösterdi. WP ve NYT'de CIA'in Suriye'nin Irak olmaktan korktuğuna dair haberler vardı. Sizce seçimlerden sonra bir şey değişecek mi?Hillary Clinton'ın oraya katılmaması Davutoğlu'na tepki olmayabilir. Biz ABD'yi bizim gibi düşünüyoruz. Orada pek çok farklı mesele var. Ada krizi var, Japonya-Çin var, Asya Pasifik var. Seçimler var. Suriye meselesindeki anlaşmazlığın ne olduğunu bilmiyorum. Sanki bir sıkıntı yok gibi. Belki küçük farklılıklar olabilir. Türkiye Suriye konusunda en sivrilen ülke oldu. Esed karşıtı kampın lideri haline geldi. Türkiye yine her türlü mültecilere sahip çıkardı, Uluslar arası diplomasiyi kullandırdı. Buradaki sıkıntı Suriye'deki meseleye diplomatik olarak sahip çıkmak değil. O yine yapılırdı. Burada bir taraf olarak ve askeri açıdan da müdahil olmak bir sıkıntı. Sosyal demokrat dış politika ekseninden baktığımız zaman da ikna odaklı bir dış politika öncelikli olmalı. Konuşarak sorunları çözmek gerekir. Ak Parti'de bunu artık göremiyoruz. AKP'nin ülke içi uygulamalarında, balyoz ve diğer davalarda da aynı şeyi görüyoruz. Müzakere odaklı tavrın iç ve dış politikada uzaklaşıldığını görüyoruz. Kürt sorununda da bu durum böyle.
"ROMNEY SEÇİLSE DE ABD DIŞ POLİTİKASI DEĞİŞMEZ"
Cumhuriyetçiler aslında tarihsel olarak en izalasyonist politika uygulayan partidir. Ama tabi artık bir takım farklılıklar var. Romney'nin tutumu da daha çok İsrail'le ön planda. İsrail lobisinin oylarını kazanmaya çalışıyor. Romney'nin çok seçilme şansı kalmadı. Hiçbir zaman Cumhuriyetçileri heyecanlandırmadı. Ama Obama da dört yılda ekonomiyi düzeltemedi. Uzun bir dönem 4 yıl. 2008'den 2012'ye ekonomiyi düzeltebilirdi. Romney'nin potansiyeli iş adamı kimliğinden geliyor. Romney de seçilse çok şey değişmeyecek. Asya Pasifik önemli olarak kalacak. ABD Ortadoğu'dan bıktı. Doğrudan bir güvenlik tehdidi de yok. ABD artık petrol ve gazda Ortadoğu'ya bağımlı değil, ülkede büyük gaz rezervleri keşfedildi. Petrol üretimi de arttı. Şu an sadece Suudi Arabistan'ın petrol rezervleri fiyat açısından önemli. İsrail güvenliği artık kendini tüketti. İsrail lobisinin oy oranına bakalım, bir şey çıkmaz fakat finansal güç olarak kuvvetli. İsrail güvenliği meselesi de askeri yardımlar da Amerikan ekonomisini ve vatandaşlarının da canını sıkmaya başlayacak. ABD yardımı olmadan İsrail'in İran'a karşı hareket edemeyeceğine inanalar var. Ama İsrail çılgınlık da yapabilir.
"İSRAİL ÖZÜR DİLEMELİ"
Benim düşüncem. İki taraftaki hükümet de işbaşında olduğu sürece ilişkiler düzelmez. Çok da yapılacak bir şey yok. Kendi adıma söylüyorum, CHP ne der bilemem ama İsrail'in özür dilemesi lazım. O çok net.
"GENÇLER SİYASETTE KALIBA SIKIŞTIRILIYOR"
Biraz konuyu dış politikadan çıkarıp, CHP'deki değişime getirmek istiyorum. CHP'de sizin gibi gençlerin daha ön plana çıktığını görüyoruz. O yönde emareler var. Sizce sadece CHP için değil, tüm partiler için nasıl bir genç siyasetçi tipi başarılı olabilir?
Genel olarak genç siyasetçilerin belirli ön yargıları aşmış, olaylara çok yönlü bakabilen, meselelere sadece parti perspekfitinde değil, olaylara insani ahlaki ve çağdaş normlar perspektifinden bakan kişiler olması gerekiyor. Maalesef Türkiye siyasetinde gençlerin daha çok kalıba sıkıştığını görüyoruz. Fazla bir STK kültürü olmamasından ötürü belki, parti politikalarından ötürü, bayrak asan, parti çalışanı, örgütlenen bir iş gücü olarak görülüyor. Gençleri bir akıl gücü olarak görmüyorlar. Hem CHP 'de, hem tüm partilerde, gençlerin daha fazla fikir üreten bir topluluk olması lazım. Gençler daha fazla taze düşünceye sahip, daha çok okuyorlar. Daha fazla tartışma fırsatı buluyorlar. Müzakere edebilecekleri gruplar içerisindeler. Akıl sermayesiyle ortaya çıkmaları daha doğru. Gençleri sadece bedenen kullanmamak lazım, hâlbuki beynen kullanmak daha önemli. Bunu CHP de yaparsa, AKP de yaparsa kendini geliştirecektir. Diğer partiler de öyle. CHP'de böyle gençlerin ön plana çıktığını görüyorum. Parti meclisinde 25-26 yaşında, çok genç isimler var. Vitrin olarak da görülmüyorlar. Genç siyasetçi demek de doğru değil. Böyle kullandığınız zaman o kişinin değeri azalıyor.
"SORUNUNUZ OLMAZSA WASHINGTON'DA LOBİYE İHTİYACINIZ YOK"
Son yıllarda ABD'deki Türk toplumu ön plana çıkmaya başladı. ATC'deki tecrübeniz nedeniyle soruyorum. Sizce oradaki Türk toplumunun daha etkili çalışması için ne yapılmalı? Washington'da hala ciddi bir lobi gücümüz yok sanırım.
Bizim oradaki gücümüz krizler olduğunda, Ermeni soykırımı tasarısında ortaya çıkan bir anda tepki veren, reaktif bir lobi. Bir tasarı geldiğinde binlerce Türk Kongre üyelerini arayıp ikna etmeye çalışıyor. Oradaki örgütlülük daha çok kriz ortamında beliriyor. Olağan dönemlerde pozitif, pro-aktif bir lobi gücümüz yok. Aslında Türkiye gibi bölgesel bir gücün lobisi olmayabilir. İhtiyaç duymayabilir. Mesela Fransa'nın, İngiltere'nin bir lobisi yok. Biz niye ihtiyaç duyuyoruz? Ermeni ve Kürt meselesi var. Kongre'de lobi olması siyaseten bazen önemli. Kazakistan, Azerbaycan lobileri var. Bir lobin olması için bir sorunun olması lazım. Türk toplumunun tabanda birlikte çalışması gerekli. Sadece Kongre nezdinde değil. Türklerin birbirine yardımcı olması, belirli şirketlerde, kurumlarda birbirine sahip çıkması lazım. Bu hükümet eliyle olabilecek bir şey değil. Sorunu olana yardımcı olmalı. TÜSİAD'ın TUSKON'un bir ofisi var. Bölünmüşlük var. Birlikte çalışmaları önemli.
"TÜRK ŞİRKETLERİ ABD STANDARTLARINA ALIŞMALI"
TÜSİAD ve Amerikan Ticaret Odası için hazırladığınız raporda ABD lehine ihracat artarken, Türkiye'nin bu ülkeye ihracatının sabit kaldığı görülüyor. Sizce bu durum neden kaynaklanıyor?
Sorun şu, Türk şirketleri kolay pazarlarda çalışmaya alışmış şirketler. Kuzey Afrika ve benzeri yerlere "malı gönder parayı al" mantığıyla alışmışlar. ABD gibi potansiyeli ve hacmi çok büyük piyasalarda belirli bir standardın olması lazım. Bürokratik süreçleri aşman lazım. Gerekli izinleri alman lazım. Satış yapacağın şirketi, malların lojistiğini ayarlaman lazım. Bir kere girdiğinde çok iyi paralar kazanabilirsin. Ama girmek lazım. KOBİ'lerden bahsediyorum. Büyük şirketler zaten giriyor. İkili ülke ilişkilerini KOBİ'ler geliştirebilir. Amerikalı KOBİ'ler cesur, Türkiye'de aktifler. Ama Türk şirketleri riske girmek istemiyor. Malı göndermek zor, depolamak maliyetli, para kazanmaya başlamadan önce 3 ay 6 ay örgütlenmesi gerekiyor. Diğer yanda da Mısır'a çat diye gönderiyor. Bu pazarlar doyduğunda Türkiye bu tarafa gelecek. Türk KOBİ'leri de yavaş yavaş bunu öğreniyor. Bir defa girildiği zaman güven kazanıldığı zaman, ABD standartlarına uyulduğu zaman işlerin kolaylaşacağını görecekler. 300 milyonluk bir pazar. ABD için katma değeri yüksek, kaliteli ya da fiyat açısından uygun olması lazım. Raporda bunu vurguladık. Bir marka olarak başarılı olunması için neler yapılmalı. Benzer fikirleri Amerikan tarafına da, iki tarafa da yol gösterici davrandık. Onlarca kişiyle görüşerek, hazırladık. Hala atılması gereken adımlar var. Yatırımlar yapılmalı.

