'FETULLAH'I ADAM ZANNETMİŞTİM' Said-i Nursi'nin varislerinden 94 yaşındaki Abdullah Yeğin hayatını kaybetti. Sabah'tan İsa Tatlıcan'a röportaj veren Abdullah Yeğin, 'Ben Fethullah Gülen'le alakamı kestim. Artık ona bir sözüm yok. Ben onu bir adam zannetmiştim. ' ifadelerini kullanmıştı. RÖPORTAJIN TAMAMI İÇİN TIKLAYIN HASTA YATAĞINDAN KALKIP HÜKÜMETE DESTEK VERMİŞTİ Yeğin oy vermek için hasta yatağından kalkarak İstanbul'a gelmiş, 17-25 Aralık sürecinde hükümete açık destek vermişti. BAĞDAT'TAN KASTAMONU'YA YERLEŞMİŞLER Abdullah Yeğin, 1924 yılında Kastamonu'ya bağlı Araç ilçesinin Kıyan köyünde dünyaya geldi. Öğretmen bir babanın oğlu olup Süleyman ve Ayşe çiftinin oğludur. Ailesi asırlar öncesinden Bağdat taraflarından göç edip Kastamonu'ya gelmiş ve Araç ilçesinin Kıyan köyüne yerleşmişlerdir. SORSUĞU SORU RİSALE-İ NUR'UN KAYDINA GEÇMİŞTİR Bediüzzaman Said Nursi ve Risale-i Nur'u tanıdıktan sonra ömrünü iman hizmetinde geçiren simalardan biridir. Dindar bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelmiştir. Henüz orta okul öğrencisi iken Risale-i Nur'u tanımış ve arkadaşlarıyla birlikte sordukları soru, Risale-i Nur'un bir konusu olarak kayda geçmiştir. 'MUALLİMLERİMİZ ALLAH'TA BAHSETMİYOR' Abdullah Yeğin ile birlikte Bediüzzaman'ı ziyaret eden gençler, 'Muallimlerimiz Allah'tan bahsetmiyor. Bize Halıkımızı tanıttır' isteği üzerine, kendilerine geniş bir izahat yapıldığı gibi, soruları ve verilen cevap Risale-i Nur'un da bir konusu olarak kayda geçti. SAİD NURSİ'Yİ ZİYARETTEN DOLAYI SORGUYA ÇEKİLDİ Bediüzzaman Hazretlerini ziyaret eden Abdullah, önce öğretmeni tarafından azarlandı. Hakkında soruşturma yapıldı ve disiplin kuruluna verildi. Sorguya çekilerek ziyaret sebebi soruldu. O da dinini öğrenmek için gittiğini söyledi. Disiplin kurulu tarafından bir hafta okuldan uzaklaştırma cezası verildi. ÜLKENİN DEĞİŞİK YERLERİNDE HİZMET VERDİ Bediüzzaman Said Nursi tarafından Urfa'da hizmet etmek üzere görevlendirilmiş, bundan sonra askerlik hizmeti hariç buradan hiç ayrılmamıştır. Ancak, Bediüzzaman'ın vefatından sonra Urfa'da kalmasına izin verilmemiştir. 23 Mart 1960 tarihinden sonra ülkemizin değişik beldelerinde iman hizmetini devam ettirmiştir. BADİÜZZAMAN'IN KALEMİNDEN ABDULLAH YEĞİN '… Bu vasiyetname benden sonra baki kalan tayınat içinde de konulsun; tâ ki bazı insafsız insanlar, 'Bu Said günde beş-on kuruşla yaşadığı ve kimseden para almadığı halde şimdiki mirası yüzer lira görünüyor, nereden buldu?' dememek için bu hakikati izhar etmek münasip olur. BENİM MANEVİ HİZMETKARLARIM… 'Şimdi manevî evlâtlarım, fedakâr hizmetkârlarım olan Zübeyir, Ceylan, Sungur, Bayram, Hüsnü, Abdullah, Mustafa gibi has ve halis Nur'un kahramanları olan Hüsrev ve Nazif, Tahiri, Mustafa Gül gibi zatların nezaretinde o düsturumun muhafaza edilmesini vasiyet ediyorum. Said Nursî' (Emirdağ Lâhikası-II, 217) 'ARAÇLI ABDULLAH...' 'Ankara Dârülfünununda Nur'a ehemmiyetli hizmet eden ve Kastamonu'da mektep gençlerinden en evvel Nurlara giren ve Ankara'daki Abdurrahman'ın oğlu Vahdet'i himaye ve muhafazaya çalışan Araçlı Abdullah'ın mektubunda tam imanlı ve dindarane ve müjdekârane yazması...' (Emirdağ Lâhikası, 271) GÜZZELİĞİNE HAYRAN KALMIŞTIM Sene 1972... Ankara'da üniversite talebesiyiz, Emek Mahallesi'nde bir dershanede kalıyoruz. Bir gün Abdullah Yeğin, Mustafa Türkmenoğlu, Mehmet Armutçuoğlu Ağabeyler beraberce dershanemize geldiler. Abdullah Yeğin Ağabeyi ilk defa görüyordum. ALTINCI MESELENİN YAZILMASINA VESİLE OLDU Altıncı Mesele'de geçen, 'Kastamonu'da lise talebelerinden bir kısmı yanıma geldiler. 'Bize Halıkımızı tanıttır, muallimlerimiz Allah'tan bahsetmiyorlar' dediler. Ben dedim: 'Sizin okuduğunuz fenlerden her fen, kendi lisan-ı mahsusuyla mütemadiyen Allah'tan bahsedip Halıkı tanıttırıyorlar; muallimleri değil, onları dinleyiniz'' ricasını Abdullah Ağabeyin yaptığını duymuştum ve kendisini hep merak ediyordum. Suretinin ve siretinin güzelliğine hayran kalmıştım; içim ısınmış, huzur bulmuştum yanlarında… Bir ders okunduktan sonra Abdullah Ağabey, merak ettiğimiz hatıralarından şöyle bahsetti: 'BURAYA BİR HOCA GELMİŞ ZİYARETİNE GİDELİM' '1940'ta Kastamonu Lisesi'nde talebe iken benim gibi 'Rifat' adında dindar bir arkadaşım vardı. Bir gün bana, 'Buraya bir hoca gelmiş, ziyaretine gidelim' dedi. Ben de, 'Peki gidelim' dedim. Vardığımızda Üstad yatağa yarı uzanmış, yani bir yere dayanmış, belinden yukarısı dik. Saçları kulaklarına kadar uzun, gözündeki gözlük hafif öne düşmüş halde elinde bir kitap vardı. 'Biz selâm verip elini öptük. Bize gözlüğün üzerinden hafif bakarak 'Maşaallah, maşaallah!' diyerek bir-iki iltifat etti ve iman-ahiret dersleri verdi... 'BEN ESKİ ABDULLAH'I MI KAYBETMİŞİM' 'Başka bir gün, 'Muallimlerimiz Allah'tan bahsetmiyorlar, bize Halıkımızı tanıttır' demiştim. Üstad uzun izahlarda bulunarak cevaplar verdi. Daha sonra 'Altıncı Mesele' olarak yazıldı. 'Biz gittiğimizde ekseriyetle Mehmet Feyzi Efendi bize risalelerden okur, biz de yeni yazıyla kendi defterimize yazardık. 'Ben o zamanlarda Üstad'ı tam tanıyamamıştım. Bir zaman sonra Üstad'ı İstanbul'da ziyaret ettiğimde, daha saygılı ve daha hürmetkâr idim. Üstad o zaman bana, 'Ben eski Abdullah'ımı kaybetmişim!' demişti. 'HALK PARTİLİLER KAPININ ÖNÜNDEN GEÇERDİ' 'Üstad'ımız hem çok tevazu sahibiydi, hem de kimseyi gücendirmezdi. Kim olursa olsun Üstad'ımızı bir defa ziyaret eden, bir defa görüşen hemen dost olurdu. Emirdağ'da bulunduğumuz yerin yanı başında Halk Partisi'ne mensup kimselerin dükkanları vardı. Üstad'ımızın yolu oraya düşmezken hususî arabayı o tarafa çevirttirir, onlara selâm verirdi; onlar da 'Üstad bizi seviyor' derler, sevinirlerdi. 'SEN PARTİDE KAL BİZİ MÜDAFA ET!' 'Emirdağ'da 'Süleyman' isminde birisi Millet Partisi'ne iltihak etmiş idi. Bu şahıs Üstad'ımızın Demokrat Parti'ye rey verdiğini bildiği için, 'Üstad'ım! Ben de DP'ye geçeceğim' dedi. Üstad'ımız, 'Yok, olmaz! Sen Millet Partisi içinde kal, bizim aleyhimizde konuşan olursa bizi müdafaa edersin' dedi, müsaade etmedi.' SUNGUR AĞABEY ANLATMIŞTI Sungur Ağabey anlatmıştı: 'Üstad'ımız, Abdullah Ağabeye dedi ki: 'Abdullah! Bu yeni hurufla tab'ı senin hatırın için müsaade ettim, bütün Külliyat senin hatırın için yeni harfle tabedildi…' İşte Üstad, Abdullah Ağabeye böyle iltifat etmişti... 30 Haziran 2001'de Abdullah Ağabey ve Üstad'ımızla görüşmüş ağabeylerden Kâmil Acar'la beraber, İzmir Kemalpaşa Dağında çam ormanı içindeki dershaneye beraber gittik. Bir gün sonra yapılacak 'Çamlık dersi'ne gelmişlerdi. Binlerce ağustos böceğinin cehrî zikirleri altında yapılan güzel derslerden sonra Abdullah Ağabey burada da hatıralarını bizimle paylaştı: 'BEDİÜZZAMAN'I URFA'YA DAVET ETMİŞTİM' 'Ceylan bana telgraf çekmişti, 'Üstad yalnız' diye... Urfa'dan Isparta'ya gittim, yanında 'Vahşi Şaban, Küçük Ali Efendi' vardı. Bana, 'Ben yalnızım diye seni çağırmışlar, ben yalnız değilim, sen orayı yalnız bırakma, tekrar Urfa'ya git' dedi. 'Gitmişken Üstad'ı Urfa'ya davet ettim. Bana dedi: 'Orada Risale-i Nur yok mu? Risale-i Nur varsa bana ihtiyaç yoktur, Risale-i Nur olan yerde Risale-i Nur benim vazifemi yapar.' Tekrar sordum: 'Üstad'ım, gelmeyecek misiniz?' Hiç ses çıkarmadı, ne 'geleceğim' dedi, ne de 'gelmeyeceğim' dedi; sûkut etti. Üstad 'geleceğim' dedi mi gelir, çünkü Üstad yalan söylemez. Ayrıldık, bir ay sonra hasta olarak geldi Urfa'ya... 'BEDİÜZZAMAN HÜNGÜR HÜNGÜR AĞLADI! 'Üstad'ımızla beraber Sarıyer'e gitmiştik. Otomobilde Üstad, ben ve şoför vardı. Denize baka baka geliyorduk. Üstad'ımız bir kadınla erkeğin birbirine sarılmış vaziyetlerini görünce birden hızla başını öteki tarafa çevirdi ve başladı hüngür hüngür ağlamaya… Kim bilir bugünleri mi görmüştü? 'Sadece çarşıda pazarda birkaç dershaneyle olmaz. Her ev dershane-i Nuriye olmalı. Siz hemen yarım saat ders yapayım diye başlamayın evinizde. İlkin iki dakika, üç dakika derken yarım saate varacaksınız.. Alıştıra alıştıra olmalı. Emirdağ Lâhikası-II'de Üstad'ımızın ev derslerine tavsiyesi var. Çocukları sadece Kur'an kursuna göndermekle olmaz, tahkikî iman dersleri için Risale-i Nurları okumalılar. 'Evet Üstad'ımız, 'Onlar aramalı, onlar yalvarmalı' diyor, ama ben kaç kere gözümle gördüm, Üstad vesile olmak için çalışıyordu. Gözüne kestirdiğini hemen yanına çağırırdı. Türkmenoğlu bu şekilde talebe olmuştur… Dershane adabıyla alakalı tavsiyeler Abdullah Yeğin Ağabeyin dershane adabıyla ilgili tavsiyelerinin yer aldığı bir mektubu buraya almakta fayda mülahaza ediyoruz: 'Haddim olmayarak kardeşlerim dinlerlerse onlardan ricalarım var. Dershanelerde duran kardeşlerime rica ve istirhamımı, dikkat edilecek hususları bildiğim kadar yazacağım: 1. Risale-i Nur'a talebe olan, ondaki hakikatleri öğrenir ve elinden gelse tatbike çalışır. Birinci derecede onun alakadar olduğu, imana kuvvet veren hakikatlerdir. 2. Kendini beğendirmeye, insanlar içinde nüfuz sahibi olmaya çalışmaz. 3. Nur talebelerinin hepsini kendisinden üstün ve temiz bilir, riyakârlık edenleri bilse bile onların hatalarını teşhir etmez. 4. Risale-i Nur'da bahsi geçmeyen şeylerle uğraşmaz, başka mevzularla alaka peyda edip onlara vaktini sarf etmez. İlk tanıdıklarına imanî bahisler okuyabilir. 5. Kimseye tahakkümvari hareket ederek kendisini merci yapmaya çalışmaz. 6. Zahmetli işlere göğüs gerer, kendisi yapmak ister; yardım eden olursa kendi menfaatine değil, umumun menfaatine ait ise kabul edebilir. 7. Hodfuruşluk, kendini beğenmişlik, gelenlere karşı üstünlük tavrını ve bilgiçlik tavrını takınmaz, böyle yapanlardan da hoşlanmaz; sadece Allah rızasını düşünerek, kimsenin amelini beğenmesini değil, Allah'ın beğenmesini esas tutar. 8. Beraber kaldığı kimselere daima yardımcı, her hususta onların dert ortağı olmaya çalışır. Şahısları değil, Nur'daki düsturları öğretmeye gayret eder. 9. Sözü dönüp dolaştırıp iman hakikatlerine getirir. Yüzde 80 insanlar afakî hadisatla uğraştığından, gafleti artıran mevzuları keserek, işi tatlılıkla iman hakikatlerine getirir. Daima dünyanın ahirete bakan veçhesini esas tutar. 10. Beraber kaldığı kimselerden ayrılırken nereye gittiğini bildirir. 11. Kusur görse onu tahakkümle değil, lütufla ıslahına çalışır. Gelen misafir talebe vesair kardeşler daima güler yüz ve hüsnüistikballe karşılanır. Sorulmayan dünyevî işlerden bahsedilmez, bahsedenler olursa hatır kırmadan dinlenerek kimse gücendirilmeden ağırlanır. Menfî şeylerden bahseden olsa kibarlıkla, gücendirmeden susturulur veya ders okunmaya başlanır. Daha iyi okuyan varsa dinlemek tercih edilir.'