Mimar Sinan Üniversitesi Grafik Bölümü mezunu, yıllarca mankenlik yaptı, sonra sunuculuk, şimdi de hem tiyatro oyunculuğu yapıyor hem de pedagojik formasyon alıyor. Aynı zamanda Mimar Sinan Üniversitesi Sinema Televizyon Bölümü'nde doktora öğrencisi ve dünyalar güzeli Süreyya'nın annesi.
Bir süre önce baban Münir Özkul'u kaybettik. Başın sağ olsun. Babam kadar içi dışı bir, hesapsız bir insan tanımadım
- Hepimizin başı sağ olsun.
Nasıl bir boşluk oldu hayatında?
- Aslında gitmemiş gibi geliyor. Hâlâ o stabil halinde, Cihangir'deki evde yatıyormuş gibi. Ama uzun bir süredir onu her gördüğümde, "Bu artık benim babam değil!" diyordum kendi kendime.
Kaç senedir o durumdaydı?
- Son beş yıldır. Onu o yapan özellikleriyle, kendine has karakteriyle, yaptıklarıyla, arkada bıraktıklarıyla zaten hep vardı. Ama beş sene boyunca orada yatan, o değildi. Bir çeşit ölmüştü zaten. Onun o hali de bizi biraz bu sona hazırladı.
Sonun başlangıcı ne zamandı?
- Solunum cihazına bağlandıktan sonra bir cihaz takılıyor. O işi sevmedi, kendi sesine yabancılaştı. Beğenmedi çıkan sesi. Ve konuşmayı kesti. Konuşmayı kesince iletişim tamamen bitti.
Nereden anladınız sesini beğenmediğini?
- Konuşmamaya başlayınca. Zaten birkaç kere de Ümran Abla'ya söylemiş; "Ben bu sesi beğenmedim" diye. Şikâyet etmiş. Demans başladıktan sonra uykularından "Provaya geç kalıyorum!" diye kalkıyordu. Bütün rollerini tekrar ediyordu. Özellikle müzikallerdeki şarkıları söyleyerek uyanıyordu.
Peki son senelerini nasıl geçirdi?
- Daha çok geçmişte yaşayarak. Onu Münir Özkul yapan şeyleri yaşayarak. Babam gibi insanlar, işleriyle varlar. Hep o işlerle devam ediyordu hayatına. Ama kendi çıkarttığı sesi beğenmeyince küstü.
DOĞUMUM, ÇOK İYİ DÖNEMİNE RASTLAMIŞ
Nasıl bir babaydı?
- Ben çok iyi bir dönemine rastladım. Doğduğum yıl içkiyi bırakmış. Dolayısıyla abim ve ablam için farklı, benim için farklı bir babaydı. Abimle ablam, ona en çok ihtiyaç duydukları dönemde hem sürekli çalışıyor hem de alkol problemi var hayatında. Gerçi her zaman müşfik bir babaymış ama biraz ilgisiz kaldığı dönemler olmuş. Bir de onlarla ilgili her türlü pişmanlığını sanki bende telafi etmeye çalıştı.
Kaç yaşındaymış sen dünyaya geldiğinde?
- 41.
Bize yansıyan müthiş erdemli, gururlu, namuslu, dürüst, uzlaştırıcı ve şefkatli olduğu... Gerçekten öyle miydi?
- Evet, özel bir insandı.
Evde de bir baba olarak Yaşar Usta mıydı?
- O kadar mütevazı biri hiç olmadı!
Nasıl yani? Egosu mu vardı?
- Elbette. Egoya sahip olmadan bu kadar büyük bir sanatçı olunmuyor!
Yani filmlerindeki kadar mütevazı değil miydi?
- Değildi. Hatta Muhsin Ertuğrul'un, "Fazla tevazu gösterme evladım inanırlar!" lafını da sürekli kullanırdı. Başkalarına da bunu nasihat ederdi. Dürüstlük, erdem, iyi kalplilik gibi şeylerin hiçbir zaman altını çizip peşinde koşmadı, onlar kendiliğinden vardı. Ben babam kadar içi-dışı bir ve gizli ajandası olmayan bir insan tanımadım. Kalp kırdığı dönemler olmuş olabilir ki genellikle onlar içki dönemine denk gelir ya da egosuyla ezdiği insanlar da olmuş olabilir ama hiçbir zaman hesaplı bir kötülüğü olmadı.
40'larında tamamen mi bırakıyor içkiyi?
- Bir 10 sene evet. Sonra tekrar başlayıp bıraktığı dönemler oldu. Bıraktığı dönemler, kırdığı kalpleri onarmakla geçti! Ama bir yandan da şeytan tüyü olduğu için babamı affetmeyen yok gibiydi.
Başka bizim bilmediğimiz özellikleri?
- Çok müdanasız bir insan. Hiçbir şeyden korkusu yok, hiç kimseye eyvallahı da yok. Canının istediğini yapar, istemediğini yapmaz, bu kadar. Ama bir yandan da inanılmaz saf, tamamen bir bebek kafası. Monopoly oyunundaki paralar var ya, onları kutudan çıkart uzat, "Münir Abi bakkaldan bir yoğurt alır mısın?" de, gider almaya. O paranın gerçek mi, oyuncak mı olup olmadığını bilmez. Parayla alâkası yok.
İşi ve sanatıyla mı meşguldü?
- Evet. Ama şanslı da. Her zaman dört ayak üstüne düşüyor. Çünkü hep kendisini seven insanlarla birlikte. Herkes anlayış gösteriyor ona ve dehasına.
Biraz bencil de yani?
- Elbette! Onun için bu kadar büyükler. O jenerasyonun böyle bir lüksü de varmış. Günümüzde bu tür şeyler pek olamıyor artık.
Peki sana düşkün müydü?
- Evet, çok. Ama ilkokuldan itibaren yatılı okudum.
Niye?
- Çünkü annemle babam ilkokula başladığımda ayrıldı. Annem, yatılı olmamın hepimiz için daha iyi olacağını düşündü. Annemle babam sürekli turnelerde oldukları ve çalıştıkları için ben zaten anneannemle ve dedemle yaşıyordum. Alıştığım düzen oydu ilkokul bire kadar. İlkokul birde anneannemi kaybedince her şey değişti. Çok hareketli bir hayatları olduğu için, beni aynı okulda yatılıya verdiler.
BANA FOTOĞRAF MAKİNESİ ALABİLMEK İÇİN VİDEO FİLMİNDE OYNAMIŞTI
O dönemleri hüzünlü mü hatırlıyorsun?
- Yoo hayır. Başkaları için yatılı okumak hüzünlü olabilir ama ben başka türlüsünü bilmiyorum. Yatılılık, o yıllarda bu kadar garipsenen bir şey değildi. Daha çok yatılı okul kültürü ve hikâyeleri vardı. Artık pek yok. Yedi ile 15 yaş arasını yatılı geçirdim. Annem ve babam sürekli turnelerdeydi, setlerdeydi, sürekli şehir dışı. Ama zannedilmesin ki beni oraya attılar, günlerini gün ediyorlar. Öyle değil, çalışıyorlardı. Lise bitti, akademiye başladım. Ucuz video filmler dönemi de başlamıştı Türk sinemasında. Sırf bana fotoğraf dersinde iyi bir makine gerekiyor diye, babam Canon A1 gövde karşılığında bir video filminde oynamıştı.
Vayyyyy!
- Evet, böyle çok hikâyesi vardır. Mesela sarılık olmuştum, beni hastaneye yatırdı. Ama parası olmadığı için her gün vapurdan Çapa'ya kadar yürüdü.
Niye yürüyor da otobüse binmiyor?
- Koskoca Münir Özkul ama parası yok! Kuzguncuk'tan Üsküdar iskeleye yürüyor, vapura binip karşıya geçiyor. Eminönü'nden de Çapa'ya yürüyor. Sonra eve aynı şekilde dönüyor. Arabası yok, taksi parası yok. Otobüse de binmiyor. Çünkü "Münir Özkul otobüse biniyor!" dedirtmek istemiyor. Bir de birileriyle konuşması gerecek otobüsle giderse. Babam konuşmayı seven, insanlarla iletişimde olmayı seven biri değildi. Yürürken düşünmeyi severdi. Bir ay boyunca her gün yürüyerek hastaneye gidip geldi.
Düşkünlük dereceniz nasıldı?
- Hafta sonları dip dibeydik. 'Hababam Sınıfı' filmlerinde, senaryo çalışmalarında, çekim aşamalarında, bütün o setlerde, kısacası okulda olmadığım her dakika babamın yanındaydım.
Benzer mi kişilik özellikleriniz?
- Çocukken çok benziyorduk. Zamanla insan değişiyor. Anneme de benzeyen yanlarım ortaya çıkmaya başladı.
Hangisine daha yakındın?
- Her zaman babama. Ancak 30'umdan sonra annemle de barışık olmaya başladım. Onun kaygılarını anladım. Anlamıyordum eskiden. Annemin de sevilen biri olduğunu gördükçe, onunla da birlikte olmaya başladıkça, ona benzemekten korkmamaya başladıkça, annemle yakınlaştım. Ve ona benzemeye başladım.
Baba neyi temsil ediyordu?
- Neyi temsil etmediğini söyleyebilirim. Babamda otorite kavramı hiç yoktu. "Ne istersen yap!" diyen bir babaydı. Annem benim için otoriteyi daha fazla temsil ediyordu. Otoriteden kim hoşlanır ki?
En çok neler paylaşırdınız, neler konuşurdunuz?
- Aslında çok kendi kendimize yaşardık. Ben hep kitap okurdum. Babam da okurdu. Kendi kendine düşünürdü. Amerikan filmlerinde arkadan geçen figüranların bile adlarını sayabilirdi. Müthiş bir sinema aşığıydı. Müzik dinlerdik birlikte. Adriano Celentano severim, babam sevdirdiği için. Caz severdi ama pop-caz sevmezdi. Klasik caz severdi.
"Siz" mi derdin, "sen" mi?
- "Sen" derdim ve halalarım çok kızardı. Onlar kendi babalarına "Beybağcım" demeden konuşmazlarmış, odadan geri geri çıkarlarmış falan. "Münir, sen bu çocukla başa çıkamayacaksın!" deyip sürekli hem babamı hem beni eleştirirlerdi.
BABAM OYUNCU OLMAMI İSTEMEDİ
Senin oyuncu olmanda babanın da rolü var, değil mi?
- Hayır, hiç yok. Benim oyuncu olmamı babam hiç istemedi. Annem istedi. Bense, anneme inat akademiye gittim. Babamın sözünü dinledim. Aslında babamın söylediği şuydu: "Kızım, boynuz kulağı geçmeli derler. Geçemezsen üzülürsün!" Bunun alt metni, "Zaten geçemezsin!"di. Ama tabii, insan zamanla anlıyor ki, her insanın yarışı kendiyle. Babam kadar büyük bir oyuncu olmam mümkün değil ama şart da değil! Zaten ben babam gibi sadece bu işe odaklanacak biri olmadım. Önceliklerim her zaman farklı oldu. Hayatının önceliğini tek bir şey yaparsan ölümsüz oluyorsun. Ama ben hayatı sadece sanat ya da iş olarak görmüyorum. Bana soranlara şunu söyleyebilirim: Babam gibi olamam belki, annem gibi olamam ama onların iş ahlâkı ve ilkelerine sahip olabilirim.
ANNEM, İSTANBUL'UN EN GÜZEL İKİ KADININDAN BİRİYDİ
Annenle baban nasıl tanışmış ve ne kadar büyük bir aşkmış?
- Babam güzelliğe tutkun bir adam. Annem de gerçekten çok güzel bir kadınmış. Bir zamanlar İstanbul'un en güzel iki kadınından biriymiş. Diğeri de Alev Ebuzziya'ymış. İkisi akademiden arkadaşmışlar. Annem, kendi jenerasyonunda nadir konservatuvar mezunu oyunculardan biri. Şimdi mesela, mankenden oyuncu olur mu, olmaz mı tartışılırken o zaman oyuncular mankenlik yapıyormuş. Annem de dönemin en gözde mankenlerinden biriymiş. Genç oyunculardan biri olarak babama bir dost ortamında tanıştırılmış. Tabii ki hemen bir elektriklenme olmuş aralarında. Bir de annem, meydan okumayı çok seven bir kadındır. Aralarında itişme ve meydan okuma olmuş. Babamın da en seveceği şey.
Ne kadar evli kalmışlar?
- 10 sene kadar. Ayrıldıklarında ben 8 yaşındaydım. 74'de ayrıldılar.
Aslında babanın hayatında tabii epey bir eş trafiği olmuş…
- Evet.
Bunları nasıl yönetiyor?
- Yönetmiyor ki! Bırak birbirlerini yesinler! Babam hiçbir şeyi yönetmedi. Gelmek isteyen gelir, gitmek isteyen gider. O kadar rahat ve özgüven sahibiydi ki bu konularda. O yüzden de hiçbir zaman bir derdi olmadı.
'BABAM NİYE ZEKİ MÜREN KADAR ALKIŞ ALMIYOR' DİYE ÜZÜLÜRDÜM
En mutlu hatırladığın yaşlar ne zaman?
- Çocukluğumla ilgili mutsuz hatırladığım pek bir şey yok. Evet annemin de babamın da başka başka eşleri oldu ama hepsi çocukları seven insanlardı. Babam gazinoda çalışıyordu. "Niye Zeki Müren babamdan daha fazla alkış alıyor?"a üzülüyordum mesela. En çok benim babam alkış alsın istiyordum. Böyle çocuksu şeyler yaşıyordum.
SAHNE TOZUNU 14 YAŞINDA YUTTUM
Grafik okudun ama mankenlik yapmaya başladın...
- Evet, 12 yıl manken olarak çalıştım. O dijital dönem başladı. Dijital dünya ve tasarımlar kesmedi beni. Bir de manken olarak dünyayı gezmek, çalışmak hoşuma gitmişti. "Mankenden oyuncu, oyuncudan manken olur mu?" diyorlar ya, sahne üstünde olmanın duygu olarak hiçbir farkı yok. Evet, oyunculuğu becerirsin beceremezsin o ayrı ama hepsinin temelinde teşhir duygusu yatıyor.
Ne zamandır oyunculuk yapıyorsun?
- 79'da babamın çocukluğunu oynayarak başladım. Aslında çok eğitimsiz bir oyuncu da değilim, Bilsak tiyatro laboratuvarında yetiştim. Daha sonra hasbelkader yine 14 yaşında İstanbul Şehir Tiyatrosu'nda gelmeyen bir oyuncunun yerine beni çıkarmışlardı. Sahne tozunu daha 14 yaşında yuttum. Son 20 yıldır da oyunculuk, televizyon programcılığı gibi şeyler mankenliğin yerini aldı.