Usta oyuncu Kerem Kupacı, Sabah Günaydın YouTube kanalında "Biyografi'k" programının yeni bölüm konuğu oldu. Kupacı, oyunculuk serüvenine ve sektördeki dönüşüme dair Yasemin Durna'ya samimi açıklamalarda bulundu. "Ben 32 yaşındaydım, lise öğrencisi oynamam imkânsız diyordum ama Gani Müjde beni ikna etti" diyen oyuncu, "Hayat Bilgisi" dönemine dair bilinmeyenleri anlattı. Oyunculuk disiplinine ve eğitimine vurgu yapan Kupacı, "Oyunculuğa setten başlayamazsınız, bu iş bir bilimdir" sözleriyle yeni oyunculara mesaj verdi. "Son 10 yıldır adına 'doğal oyunculuk' denilen bir gariplik başladı, bu sanat geriledi" diyerek sektöre eleştirilerini de dile getirdi. İşte röportajın tüm detayları…
-Nasılsınız, neler yapıyorsunuz?
Valla bu aralar çok güzel. Yuvarlanıp gidiyorum, bir sıkıntı yok.
-Oyunculuğa başlama yıllarınıza dönelim hemen. Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Tiyatro Oyunculuk bölümünden mezunsunuz. Bu mesleği seçmeye ne zaman, nasıl karar verdiniz?
Yani "Ben oyuncu olacağım" aslında son 15 yılın düşünce sistemi. Çünkü çok fazla televizyon dizileri, popüler olma isteği, kendini orada görme isteğiyle ilgili bir şey. Benim dönemimde öyle bir şey yoktu. Televizyon diye bir şey yoktu. Biz tiyatro eğitimi alan öğrencilerdik. O hayatı, o eğitimi, o sanatı öğrenme isteği oluştuğunda gidiyordunuz o okullara. O yüzden kendimi televizyonda görmek isteğiyle başlamadı hiçbir şey. Popülerlikle ilgili bir durum yoktu bizim zamanımızda. Bu eğitimi sevdiğiniz, istediğinizden; ağabeylerinizden, ablalarınızdan ya da yaşadığınız, şehirde gördüğünüz sanat aktivitesinin içine dahil olmakla ilgili bir his gelişiyor. Öyle olunca da seçiminiz o okul oluyor.
-Ruhsar dizisiyle sektöre giriş yapıyorsunuz. Nasıl bir tecrübeydi sizin için?
Okuldan mezun olup geldiğimde ilk bir bölümde Ruhsar'da oynamıştım. Ama o dönemde Ruhsar'da oynamak gerçekten bir şeydi. Çünkü okuldan mezun olmuşsun, İzmir'den İstanbul'a geliyorsun ve bir dizide bölüm oyuncusu olsan da rol alabiliyorsun, mesleğini yapabiliyorsun. Bu önemli bir şeydi. Bir kere her taraf ustaydı zaten. Sağa döndüğün usta, sola döndüğün usta. Kendine bir çekidüzen vermen gerekiyordu. O yüzden önemli bir zaman dilimiydi o.
-Devamındaki işlerden Kahpe Bizans var dikkatimi çeken. Cem Davran ile tekrar aynı projede denk geliyorsunuz. Hatırlıyor musunuz çekim sürecini?
Hatırlıyorum tabii, nasıl hatırlamayayım. 99 depremine denk gelen bir dönemdi. Yani çok ilginçti. Ne olduğunu anlayamadık aslında önce. Depremde nelerin olduğunu anlayamadık ama seti de bitirmemiz lazım. O hengame içinde set bitti ama... İşte paldır küldür bir şeyler oldu. Her şey çok farklıydı tabii. Bambaşka bir dönemdi. Hemen arkasından sonra Düzce depremi oldu. Garip bir dönemdi yani.
-"Evimiz Olacak Mı?" projesinde Ayşen Gruda ile çalışıyorsunuz mesela. Hafızanızdaki anıları dinlemek isterim.
Suna Pekuysal, Ayşen Guruda. Yani o ikili... Ben çalıştığım için o kadar memnunum ki. Müthiş iki insandı. Oyunculuklarını zaten konuşamam bile. Aralarındaki o saygıyı, o sevgiyi... Gerçekten yaşamak gerekiyor ki ancak öyle anlayabiliyorsunuz. Müthişti, müthişti.
"KEREM'İ BEN OYNAYAMAM, MÜMKÜN DEĞİL" DEDİM!
-Sonrasında hepimizin hafızalarında kalan Hayat Bilgisi dizisi geliyor. Proje size nasıl geldi, neden kabul ettiniz? İkilemde kalmışsınız, o hikayeyi sizden dinlemek isterim mesela…
Şöyle, o karakter bir lise öğrencisi. 17 yaşında. Hatta 17 de tam değildi. Ben de o dönem 32-33 yaşındayım. Gani senaryoyu verdiğinde müthiş bir senaryoydu. İlk bölüm inanılmaz güzeldi. Gani'ye söyledim zaten, "Bunu seyirciye dağıtalım. Hiç çekmeye gerek yok. Seyirci okusun aynı zevki alır." dedim. Beğendiğime çok sevindi. Dedi ki "Orada bir rol var, Kerem. Onu ben senin için yazdım. Seni düşünerek yazdım." Dedim ki, "Ben oynayamam. Nasıl oynayacağım? Ben 32 yaşındayım. 17 yaşında bir lise öğrencisi. Mümkün değil. Olur mu? Oynayamam. Yapamam" dedim. Oynayamam derken "Ben bunu beğenmediğim" anlamında değil, yapamam yani. Yaparsın, yapamazsın… Beni ikna etti yapacağıma. Yapmışım herhalde. İnsanlar da sonra ikna oldular. Beni çok uzun süre o yaşta zannettiler. Hala insanlar beni çok genç zannediyorlar o rolden dolayı. Birçok insan gerçekten Perran (Kutman) ablayla beni abla-kardeş zannediyordu. Ama insanlarda o sıcaklığı oluşturabilmişiz. Bu da mutlu edici bir şey tabii yani.
LİSELİYİ OYNAMAK ZORDU, ÇOK YORULUYORDUM
- Şu avantajmış bence ki hala çok genç görünüyorsunuz. O zamanda da hiç böyle otuzlu yaşlarınızda gibi durmuyorsunuz…
Önemli olan o enerjiyi yakalamak. Genç enerjiyi yakalamak çok zor bir şey. Pestiliniz çıkıyor. Kendinize ait olmayan bir yaşı oynuyorsunuz. Bir de onun içinde bir sürü zorluğu aşarak kayda geçiriyorsunuz. Gerçekten zordu. Çok yoruluyordum ama sonuçları güzel oldu.
-Siz bir de 'Pikaçu' olarak hafızalara kazındınız, bir de unutulmayan sarı montunuz var. O kadar ikonik bir karakter oldu baktığımız zaman… Nasıl geri dönüşler aldınız, alıyorsunuz?
Bütün diziyi o sarı montla bitirdiğimi zannediyordu insanlar ama öyle değil. İki sezon o sarı montu vardı. Sonra o mont lacivert oldu. Kerem ismi de aslında Keramettin Güçverir'di. Ama Keramettin biraz eski bir isim gibi kaldığı için. Karakter kendine Kerem denmesini istiyordu falan gibi. O da benim ismimle çok örtüştü. Yani çok iç içe geçti her şey. Çocuklar da müthiş saygılı, müthiş akıllı, müthiş yetenekli çocuklardı oradaki herkes. Zaten Perran abla hakkında konuşmak bizim boyumuzu aşar. Yani çok güzel bir iş oldu. Oradaki bütün öğretmen kadrosu, oradaki bütün öğrenci kadrosu gerçekten birbirine çok uyumlu çalıştı.
EHLİYET KONTROLÜNDE MEMUR BEY "ABLANIN HABERİ VAR MI?" DEDİ
O dönem geri dönüş yoktu çünkü sosyal medya yoktu. Ama şunu çok iyi hatırlarım; bir ehliyet kontrolünde memur bey "Ablanın haberi var mı?" dedi. Gerçekten öyle algılanıyor yani. Sonra ehliyeti çıkartınca yaşımın aslında o memurdan daha büyük olduğu çıktı ortaya. Adam da şaşırdı. Ben çok alışık olduğum için sonra güldük. Ama insanlar tabii öyle zannediyorlar. Televizyonun aslında hayatımızda ne kadar önemli bir rolü olduğunun çok net göstergesi bu. Sanki bizim Perran ablayla öyle bir evimiz vardı. Orada yaşıyorduk gibi zannediyorlar yani.
ROLÜ KENDİMLE BAĞDAŞTIRMADIĞIM İÇİN "YETER" DEMEDİM
-Peki, bu iyi bir şey mi bir oyuncu için? Yani bir karakterle bu kadar özdeşleşmek ve bütün hayatı boyunca buna maruz kalması… "Yeter" dediğiniz zamanlar oluyor mu?
Rolü kendimle birleştirmediğim için bana öyle bir "Yeter" durumu yok. Şimdi yeni sisteme geleyim. Gençler rol ile kendilerini birleştiriyorlar, o oluyorlar. Öyle bir şey yok. Ben bugün 17 yaşında bir lise öğrencisini oynadım. Sonra hemen arkasından bir enişteyi oynadım. Ondan sonra bir babayı oynadım. Bunların hepsini kendinize yapıştıramazsınız. O ayrımı yarattığınızda insanlar algılıyorlar. Yakın tarihlerde Muğla'da 3 sezonluk bir iş çektik. Orada da bir ailenin damadını oynuyordum iki çocuklu. Eşim ve ağabeylerinin olduğu. Orada da bütün Muğla beni "Enişte" diye çağırıyordu. Şimdi bu aslında yaptığınız işin ne kadar çok seyredildiği, aynı zamanda insanlara ne kadar o olduğunuzu anlatan bir şey ama ben o değilim. O yüzden de öyle "Ben o değilim" falan demiyorum. Çünkü o ayrımın çok farkındayız. Olmamız da gerekiyor bu sanatı yapıyorsak.
-Sevgili Hakan Altıner de konuğum olmuştu geçenlerde, "En ufak bir sıkıntı, en ufak bir gecikme, en ufak bir tatsızlık çekmeden çok uzun süre yaptık o işi. Ve benim saygıyla hatırladığım, sevgiyle hatırladığım işlerden biri." diyerek bahsetmişti diziden…
Tabii bir de Hakan ağabey (Altıner) ve Yıldız (Asyalı) tarafı vardı, bizim okul tarafı değildi. Sonra Yıldız okula geldi ama normalde biz apartmanda karşılıklı dairelerdeydik. Çok eğleniyorduk. Çok eğleniyorduk ama. Gerçekten senaryo o kadar eğlenceliydi ki biz oynarken eğleniyorduk. O da işin içine bambaşka bir enerji katıyor tabii.
-Hala görüşüyor musunuz dizideki arkadaşlarınızla?
Ya arkadaşlık tabii ki ama abi kardeşlik demek daha doğru. Çünkü hepsi benden çok ufak. Ama o sizin o eski iyi hatırlıyoruz, mutlu oluyoruz dediğiniz zamanlarda işte bir yavaşlık söz konusuydu hayatta. Hayat daha yavaş akıyordu. Bir şeyleri anlamak için zamanımız vardı. Ve anladığımız şeylerden de zevk alıyorduk. Şimdi artık zevk alamıyoruz. Yeni bir haber gelmediğinde bir tuhaflık var zannediyor herkes. "Ağabey yeni bir şey yok mu?" Yok ağabey. Kıştayız, kışın gül açmaz. Bu kadar net bir mantık yani. Bahar gelecek o gül o zaman açacak. Yok, artık bekleyemiyoruz. O büyük sıkıntı.
-Şöyle yorumlar oluyor o zaman da: Unutuldu artık, oyunculuğu bıraktı ya da tekelleşmenin kurbanı oldu…
Aman unutulacaksa unutulsun. Kimler unutulmadı bu dünyada? Neler unutulmadı? Eğer buysa unutulsun zaten. Unutulmalı. Unuttuğunuz zaman zaten yeni bir şeyler başlıyor. Unutmadan nasıl olacak ki? Yani unutulmama isteği çok bu yüzyılın isteği. "Hatırlanayım." Ne gereği var ki? Bir hayat yaşıyoruz ya. Herkesin içinde kendine göre bir yer bulduğu bir hayat bu. Ne olacak yani?
Koskoca bir ülkeyi parçalıyorlar Filistin'i, dünya seyrediyor. Sesini çıkarttığında başka bir şey oluyor. Sesini çıkartmadığında başka bir şey oluyor. Ama yeter artık ya. Dünya bakıyor yahu. Dünya bakıyor. Dünya bakmasa, dünya bir şey yapıyor olsa eyvallah diyeceğim, o da yok. Bindik bir alamete gidiyoruz kıyamete. Tam mesele bu. Yani her şeyi bıraktım 85 milyonluk bir ülkeyiz. Herkes eline bir fidan alsa, bir yere dikse 85 milyon fidan yapar. İki fidan dikse 170 yapar. Çok basit hesap. Matematik yanılmıyor bu konuda. Ne yaptık, yaptık mı şimdiye kadar? Hayır. Yapıyor muyuz? Hayır. Kimden bekliyoruz? Devlet yapsın. Arkadaş devlet dediğin zaten sen, ben, o. Daha ne olacak ki yani? Biz yapacağız bunu. Biz farkına varmalıyız. Aklımızın bu şekilde çalışıyor olması lazım. Nereden nereye geldik? Konu benim 20 yıl önce ne yaptığım değil. Senin 15 sene sonra ne yapacağın değil. Konu hep beraber aynı ülkeye doğru, ülküye doğru gitmek. Aynı hedefe doğru gitmek. Aynı hissiyat üzerinden yol almak. İşte o sosyal medyadan koş bu sosyal medyaya, o diziden koş bu diziye… Bunlar olur o zaman. Ki olan o zaten. İnsanın bireysel olarak bir "Ne oluyor bana?" demesi lazım.
-Kabul ettiğiniz için pişmanlık duyduğunuz proje veya projeler oldu mu?
Hayır. Niye pişman olayım? Hiç denk gelmedi bana. Ya da belki denk geldi ben sonra zaten onu fark edip hızlıca yolumu değiştirdim. Hiç öyle bir şeye katlanmanın bir gereği yok. Kimsenin katlanmasına gerek yok. O yüzden de öyle bir şeyim olmadı açıkçası. Çalıştığım bütün insanlarla çok zevkli zaman dilimleri geçirdim.
-Peki, tersini sorsam. Kabul etmediğiniz için, kaçırdığınız için pişmanlık duyduğunuz bir iş oldu mu?
Yok, olmadı. Yani şöyle olmadı; sindirmeyi seviyorum. Okuyorum, bakıyorum. Sonu nereye gider ona bakıyorum. Seçtiklerim hep güzel oluyor. Kısa olması önemli değil, doğru insanlarla çalışıyor olmak önemli.
-Çok uzun yıllardır sektördesiniz. Kırgın kaldığınız, küskün olduğunuz bir isim var mı?
Yok canım. Yani bu kadar laf ettikten sonra "Ben de birine çok kırıldım" gibi bir cümle söyleyemem herhalde (gülüyor). Kırılmayı bırakıp kenara görüşmemeyi tercih etmek o ayrı bir şey. Ama insan hata yapabilir. O hatayı kabul ederek ilişki kurmak önemli. Herkes hata yapabilir. Söylemek istemediği bir şey söyleyebilir. Ama tabii karakter defosu varsa buna zaten yapacak bir şey yok. Herkes yolunu değiştirir. Hiç öyle bir olayım olmadı açıkçası.
SON DÖNEMDE OYUNCULUK GERİLEDİ, 'DOĞAL OYUNCULUK' DENEN BİR GARİPLİK OLUŞMAYA BAŞLADI!
-Yeni dönemdeki senaryoları ve oyunculukları nasıl buluyorsunuz?
Oyunculuk sanatının biraz gerilediğini düşünüyorum. Son 10 seneden fazladır adına doğal oyunculuk denen bir gariplik oluşmaya başladı. Bu da yanlışın oluşmasına sebep. Zaten olan her şey karakterin neyi ne kadar yapmanız gerektiğini söyleyecek senaryolar elinize geliyor. Senaryo sıkıntılıysa zaten o iş yapılmamalı. Senaryo sıkıntılı değil ama siz yapmanız gerekenin dışında yapıyorsanız doğru yorumlayamıyorsunuz demek. Ama zamansızlık, sosyal medyadaki görünümünü bozmama isteği, bunların hepsi yorumun yanlış olmasına sebep olmaya başladı. Olmayan işleri görüyoruz zaten. Olmayan işler çok seyrediliyor ve çok seviliyor. Diğerlerinde böyle bir garip bir uyumsuzluk oluşmaya başladı. Oluştu hatta çok uzun zamandır var. Bunun değişmesi gerektiğini düşünüyorum.
-Sosyal medyadaki yorumlar dizilerin üzerinde inanılmaz bir etki yaratmaya başladı. Senaryo değiştirtecek kadar etkin diyebiliriz. Bunu nasıl yorumlarsınız?
İşte bu fan diye bir şey var. Yani beğenen insanlar grubu. Hangi noktadan bakarak beğeniyorlar, hangi noktadan bakarak beğenmiyorlar bunu bilmiyoruz ki. Bu sosyal bir problem aslında.
HAYAT BİLGİSİ DÖNEMİNDE SOSYAL MEDYA OLSA BAŞ EDEMEZDİK
-Hayat Bilgisi döneminde sosyal medya olsaydı nasıl gelişmeler olurdu sizce?
Valla baş edemezdik herhalde. Ben çok net hatırlıyorum. Okulun dışında bizim set ekibimizin gelen otobüsleri koordine ettiğini. Seyirci, otobüslerle çekim yaptığımız alana geliyor. Şimdi bir de sosyal medya olduğunu düşünsene. Telefonlar yanardı herhalde. O yüzden onu anlatmaya çalışıyorum. Kalk Gidelim'de de aynı şey vardı bu arada. İnsanlar otobüslerle geliyorlardı. İnsanlar vakit ayırıyor, çaba harcıyor, emek harcıyor sizi görmeye, o dünyanın nasıl olduğunu anlamaya çalışıyor. Bir de sosyal medyada şövalyeler var. O çift olsun, o olmasın. Onlar oldu, bunlar olmadı. Neye göre?
-Peki, senaryoları nasıl yorumlarsınız? Eski sıcak işler pek yok artık ekranlarda, daha çok mafya ve ihanet üzerine projeler ilgi görüyor…
Yani ben çok seyretmiyorum son dönem işlerini, seyretmedim. Ama genel yapı bu, ilgi çeken şey bu. Biraz önce sosyal medya dedik ya, ilgi çeken taraf orası. Yaptığınız işin de ilgi çekmesini istiyorsunuz. Doğal olarak da o konulara doğru yöneliyor herhalde diye düşünüyorum açıkçası. Yani neden onlar yazılıyor, neden yazılmıyor gibi bir sosyolog gibi bir belirleyici durumum olamaz ama içinde biraz da hani o taraftan ilgi görüyor noktası var galiba.
HER REELS ÇEKEN OYUNCU OLURSA BAŞIMIZA BUNLAR GELİR!
-Sizce bir oyuncu kendisine oyuncuyum diyebilmek için sahne tozu yutmalı mı, yoksa setlerden de oyunculuğa başlayabilir mi?
Hayır, setten başlayamazsınız. Oyuncu olmak için setten başlayamazsınız. Bilimdir bu iş ve üniversitesini okumak zorundasın. Okuyamıyorsan bu işin üniversitesini, biraz önce sahne tozu dediğin şey o, çok iyi ustaların yanında yıllarca dirsek çürüterek bu sanatı öğrenirsin. Bu kadar. İki ihtimal var. Ya çok iyi ustaların yanında yıllarca dirsek çürüteceksin. Bu sanatı öğreneceksin. Ya da okula gideceksin. Deliler gibi çalışacaksın. Deliler gibi… Öyle ben okula gittim, kazandım olmaz. Deliler gibi çalışacaksın. Ben sabah 6'da okula giderdim gece 12'de gelirdim okuldan. Denerdik hep arkadaşlarımla; okurduk, yapardık, çalışırdık. Bunun başka bir alternatifi yok. Yani "Instagram'da çok güzel reels'lar çekiyorum ben. Şimdi de artık oyunculuk zamanı." İşte başımıza bunlar geliyor sonra. Maalesef.