Usta oyuncu Kürşat Alnıaçık, Sabah Günaydın YouTube kanalında "Biyografi'k" programının yeni bölüm konuğu oldu. Alnıaçık, kariyer sürecine ve sanat hayatına dair Yasemin Durna'ya çarpıcı açıklamalarda bulundu. "Beni istemeyenlerle çalışmam, arkamı döner giderim bir daha da bakmam" diyen Alnıaçık, yıllar sonra Osman Sınav ve Kenan İmirzalıoğlu ile ilgili anılarını da paylaştı. "Deli Yürek" döneminde Osman Sınav'ın Kenan İmirzalıoğlu'na, "Kürşat'ı bırakma, çok şey öğreneceksin ondan" dediğini anlatan oyuncu, televizyon dünyasının değişen dengelerini, kırgınlıklarını ve kötü karakterleri canlandırmaktan aldığı keyfi de samimi sözlerle dile getirdi. İşte röportajın tüm detayları…
-Neler yapıyorsunuz?
Şu anda çok fazla bir şey yapmıyorum. Yaz dönemindeyiz. Sıcaklar var tabii ki, o çok zorluyor. Bir de hoş bir heyecan içindeyim aslında. Oğlum bu sene liseyi bitirdi, üniversite sınavına girdi. Ve fakat gastronomi okumak istediği için kendi araştırdı, soruşturdu. İspanya'da, Valencia kentinde bir gastronomi okulu var. Orayla yazıştı. Sonuçta oraya gidiyor.
-Çocukluğunuzdan başlayalım… Ankara doğumlusunuz, nasıl günlerdi, nasıl bir çocukluktu sizinki?
O günler o kadar eskide kaldı ki… Yani çok güzeldi tabii. İnsan ilişkileri çok güzeldi. Mahalle arkadaşlıkları vardı. Mahalle maçları vardı. Aşağı mahalle yukarı mahalle kavgası vardı. Ama kimse kimseyi incitmeden. Güzel ilişkiler vardı. İşte Fatma teyzeler, Ayşe teyzeler vardı. Onların kapısını çalar ekmek isterdin, su isterdin. Herkes birbirini tanırdı o mahallede. Mahalle kültürü vardı yani. Çok güzel günlerdi onlar. Sonra işte bir ailevi meselelerden dolayı biz İstanbul'a geldik. Ortaokula başladım. İstanbul'da başladım.
HİÇ BEKLEDİĞİM GİBİ OLMADI, "KEŞKE GELMESEYDİM" DEDİM!
-Oyunculuk sevdanızı babanız sayesinde mi keşfettiniz? Usta oyuncu ve yönetmen Raik Alnıaçık bu anlamda bir öncü oldu size diyebilir miyiz?
Hayır, hiç alakası yok. Hiç olmadı. Daha çok annem ısrarcıydı bu konuda, "Oğlum konservatuara gir oğlum konservatuara gir." Benim resme çok merakım vardı. Kalemim iyidir, çizimlerim iyidir. Üniversite imtihanına girdim, ilk elemeyi kazanamadım. O zaman da babamın bir arkadaşı var. Reklam ajansı var. Dedi ki "Oğlum git bari hem üniversite sınavına hazırlanıyorsun. Git orada da birazcık da çalış bir şey öğren." Orada grafikerlik yaptım ben. Ama ciddi grafikerlik yaptım. Sonra karanlık odaya merak saldım. Karanlık odada agrandizör var, onun nasıl kullanılacağını öğrendim. Filmler alıp filmler basıyordum. Onu işte Cağaloğlu'na götürüyordum falan. Baya hayatım değişti benim bir anda. Hem üniversite hazırlık kursuna gidiyorum, hem de böyle bir şeyin içindeyim. Ve müthiş keyif aldım bundan. Sonra Ali ağabey, yanında çalıştığım arkadaş. Dedi ki "Oğlum seni güzel sanatlar sınavına sokalım. Oraya hazırlan. Başaracağına da inanıyorum" dedi. Hakikaten ben de kendime çok güvendim. İlk elemesine girdim, kazandım. İkinci aşamaya gireceğim. Ali ağabey "Bak çok insan var buraya giren. Benim de tanıdıklarım var. Kulaklarına bir kar suyu kaçırsam ister misin?" dedi. "Yok saçmalama Ali ağabey. İkinci olarak ilk elemeyi kazanmışım zaten. Girerim ben sen sakın öyle şeylere girme" dedim. Girdim ve kazanamadım (gülüyor). Sonra işte annemin ısrarıyla konservatuara girdim. Sınava hazırlandım. Sonra dedim ki benim zaten yapacağım başka bir şey yokmuş ki. Bu benim hayatım oldu. Ben başka bir iş yapamazmışım zaten. "Annem haklıymış" dedim. Hakikaten de çok sevdim. Sonra konservatuara son sınıftayken bize bir workshop neticesinde 15 günlük bir Londra'dan London'ın principal'ı geldi. Yaptı gitti ama meğer yanında burs getirmiş. Bir haber geldi ki seni Londra'ya istiyorlar. British Council aracılığıyla. Okul bittikten sonra oraya gideceksin. Bir sene boyunca İngilizce kurslarına gittim. Ondan sonra okul bitti ben Londra'ya gittim. Londra'ya gittiğimde ikinci günü dans okuluna gittim. Tabii insan kendini çok donanımlı hissediyor. Diyorsun ki "Bir an önce Türkiye'ye geleyim de ben kendimi göstereyim" falan böyle. Müthiş bir hevesle dolmuşum çünkü. Fakat geldim, hiç beklediğim gibi bir şey yok. Keşke gelmeseydim yani. Ama dans benim için de her zaman hayatımın içinde oldu. Evet, ben bunu gösterecek bir ortam bulamadım ama ders verdim. Modern dans dersleri verdim bir özel okulda yaklaşık 18 sene falan devam ettim orada. Bayağı işler yaptık. Çok da güzel oldu. Sonra da ayrılmak zorunda kaldım. Ayrıldım, bıraktım dansı. Ama her zaman benim hayatımdaydı ve tiyatroda da bunu çok yararını gördüm. Hala da vardır dans ama artık bedenimle kendim çalışıyorum. Bir yerde performe yapmıyorum.
ŞU AN OLSAYDI ÇOK BAŞARILI OLURDUM
-Herhangi bir projede dansla ilgili bir performansınızı gördük mü hiç hatırlayamadım. Yoksa da buna dair bir proje yapmak veya içinde olmak ister misiniz?
Çok proje ürettim ben. Bundan yaklaşık 20 sene oldu. Çok şeyler istedim yapayım. Fakat bir türlü bunu hayata geçiremedim. Hep yalnız kaldım. Mesela şu anda olsaydı çok imkan var ortalıkta. Çok da başarılı olurdum. Ama şimdi bende o istek kalmadı. O yüzden yanlış zamanda oldu her şey.
-En azından televizyon izleyicisi sizi ekranlarda gördü ve projelerinizi keyifle izledi…
Orada şanslıydım. Yani benim kaç tane dizim varsa, 20-25 tane dizi çektiysem zaman içerisinde bunlardan hani 5-6 tanesi hani çiğnediğiniz zaman lezzeti olan, tadı damağınızda kalan dizilerdi. Osman Sınav'la da orada tanıştım zaten. Osman ağabey hem hocam, hem ustam, hem arkadaşım, hem ağabeyim. Bir okuldu Osman Sınav. Çok insan yetiştirdi, çok yönetmen yetiştirdi. Bana çok destek olmuştur bu anlamda.
OSMAN SINAV KENAN İMİRZALIOĞLU'NA "KÜRŞAT'I UNUTMA" DEDİ
-Herkesin hafızalarına kazınan "Deli Yürek" dizisiyle başlamak isterim. Nasıl dahil olmuştunuz projeye hatırlıyor musunuz?
Çok gençtik tabii o zaman. Kenan İmirzalıoğlu da çok gençti. Toy bir delikanlıydı. Hatta Osman ağabey dedi ki Kenan'a, "Bak bu çocuğu unutma. Kürşat'ı bırakma. Çok şey öğreneceksin ondan." O da tabii böyle çok hakikaten toy bir delikanlıydı. Ama ben projeye nasıl dahil olduğumu hatırlamıyorum. Ama ondan önce Osman Sınav'la tanışıklığımız vardı zaten. Süper Baba'da galiba tanışmıştık. Ondan sonra bu proje çıktı, cast yapıldı. 'Savaş Doğan' karakterine de beni uygun görmüş. Ve çok da doğru bir seçimdi. Oradaki bütün cast çok doğruydu. Bir de Osman Sınav'ın böyle bir yanı da var. Yani doğru cast seçiyor. Ve herkes çok sevdi. Hikaye çok güzel. İlk defa yapılıyor. Türkiye'de böyle bir şey yapılmamış. Ortam çok serbest. Anlattığı mevzu da yani şimdi yapamazsınız onu yani. Öyle kolay değil o iş. Fakat tutmadı. Yani şöyle tutmadı; biz 20. bölümü falan çekiyorduk. En dipteyiz. Reyting sıralamasında en alttayız. Kimse seyretmiyor. E şimdi bu parayla dönen bir durum. Osman ağabey bizi topladı dedi ki "Çocuklar biz bunu bitireceğiz. Ben bitirmek istemiyorum ama sizin paralarınızı ödeyemiyorum. Ama bu iş tutar. Sonuna kadar gidersek bu iş tutacak. Ama paranı biraz sıkıntılı olacak. Ödemeler sıkıntılı olacak." dedi. "Hayır hocam biz devam edeceğiz" dedik. Herkes çok seviyor çünkü. Belki de öyle bir rol oynayamazsın. Bir de çok özgür çalışıyoruz. Bir tek gece çalışmasını çok seviyor Osman Sınav. Gün bitmiyor, gece bitmiyor. Sürekli setteyiz. Ona rağmen iş tuttu. Tutmayan iş inatla tuttu. Askerler nöbete çıkmıyordu. Erler nöbete çıkmıyordu dizi seyrediyorlardı. Sokakta yürüyemiyorduk. Neyse 4 sene sürdü o iş. Dört sezon gitti. Çok hit dizilerden bir tanesi oldu yani. Sonra onun üstüne şey başka dizi başladı ama her şeyin öncüsü oldu. Mesela bizim Sakarya Fırat da öyle.
HERKES "DİZİ AŞKI BİTECEK" DEDİ, 15 SENEDİR EVLİYİZ
-Ona gelecektim ben de. Çok sevilen işlerinizden biri de Sakarya Fırat'tı…
Evet. O da başlangıç işidir. Yani o da Türk askerini anlatan, o PKK ile aralarındaki çatışmayı anlatan. Onun üzerinde bir sürü şey çekildi ondan sonra. Ama bunun hep ilklerini yapan Osman Sınav oldu. Eşimle orada tanıştım. Herkes "Dizi aşkı bu bitecek" dedi. Ama bitmedi 15 senedir evliyiz. Onunla orada tanıştım. Çok sevdim. O da aşık oldu bana, ben de ona aşık oldum. Hayatımız onunla devam ediyor. Öyle de bir yanı var yani Sakarya Fırat'ın. Dostluklarımız oldu. Oradan çok iyi oyuncular çıktı. Şimdi piyasada çok güzel işler yapıyorlar. Güzel dostluklar kuruldu. Hani evliliklerin dışında da güzel dostluklarımız oldu. Herkes çok güzel şeyler öğrendi. Bir kere dağın başında çalışıyorduk, şartlar çok zordu. O şartların zorluğuna rağmen bir işin ne kadar kaliteli olabileceğini herkes gördü. Çok keyifliydi o proje de. Çok güzel oldu.
İYİ KARAKTER OYNAMAYI SEVMİYORUM, KÖTÜ ADAM HER ZAMAN AKILDA KALIR
-Ve benim en sevdiğim işlerden biri olan Medcezir… Savaş Doğan kadar Turunç Nadir de hafızalarda. Kötü bir karakterin yine iliklerimize kadar işlendiği bir işti. Sizdeki yerini sorsam…
Şimdi şöyle bir şey var; ben kötü karakter oynamayı seviyorum. Bana soruyorlar "Ya bir kere de iyi karakter oynasana" diye ama ben sevmiyorum iyi karakter oynamasını. Kara Sevda'da mesela Nelay'ın babası olarak tanındım mesela ben. Çünkü iyi bir adamdım, kötü bir adam değildim. Kötü adam her zaman akılda kalır. İyi adam böyle gelir geçer. Kötü adam perspektifi olan bir karakterdir. Çiğnedikçe lezzeti artar. Üzerinde araştırma yapma imkanı verir size. Alt yapısı çok zengindir. İşte psikolojisi vardır, geçmişi vardır, ne istediği vardır. Ama iyi adam eğer başrol değilse, oradaki adamlardan biriyse işte kızın babası olarak akılda kalırsınız.
"KARA SEVDA'DA BENİ ÖLDÜRÜN, ÇALIŞMAK İSTEMİYORUM" DEDİM
Ama diğer rollerimin hepsini isim olarak seyirci biliyor. O yüzden ben oradan ayrılmak istedim mesela. Birinci sezonun sonunda "Beni Kara Sevda'da öldürün" dedim. Yani ben çalışmak istemiyorum. Gitmiyor çünkü olmuyor. Her şey para değil yani bir de siz oynarken de bundan keyif almalısınız. Medcezir'i oynamak gibi o kadar keyifli bir işten sonra o kızın babası… Yani hiçbir şey vermedi bana. Her oynadığım kötü karakter de farklıdır. Her kötü adam aynı olmaz ki, yaşamları farklı çünkü. Beklentileri farklı, hisleri farklı, alışkanlıkları, geçmişi her şeyi farklı oluyor. Ona göre siz de kendinizi belirliyorsunuz. Oradaki kötü adam bir önceki oynadığım kötü adamdan da farklıydı. O yüzden farklı oluyor ve o çok keyif veriyor tabii ki. Hem izleyene çok keyif veriyor hem de oyunculuk anlamında çok keyif alıyorsunuz.
BENİ İSTEMEYENLERLE ÇALIŞMAM! ARKAMI DÖNER GİDERİM, BİR DAHA DA BAKMAM
-Sonrasında "Diriliş Ertuğrul", "Kurşun", "Nöbet", bugünlere doğru "Yalnız Kurt" ve son olarak "Kör Nokta"… Kariyerinize sığdırmış olduğunuz sayısız işler. Kısa kısa değinelim…
Yalnız Kurt ve Kör Nokta aslında normalde çekmeyeceğim işler. Osman ağabeyin rahatsızlığı devam ediyor ve onunla olamamak endişesinden kaynaklı olmak istedim o projede. Nitekim iki sezon gitti aşağı yukarı. Güzel bir diziydi. Oynadığım karakteri de sevmiştim ben. Fakat onda sıkıntı senaryoydu. Bir de oyuncu kastında sıkıntılar vardı. Bitti. O zaman da Osman Sınav'ın rahatsızlığı biraz daha artmıştı. Konsantre olamıyordu çekimlere. Senaryoya hakim olamıyordu. Doğal olarak olamıyordu yani. Ve o bitti. Sonra arkasından Kör Nokta geldi. Kör Nokta da hemen akabinde çıktı zaten. Ve artık Osman Sınav iyice kötüleşmişti. Yanında olmak istiyordum, önemli olan oydu. "Senin bu projede olmanı istiyorum." dedi. "Peki hocam, olurum" dedim. Nasıl diyeyim; babasını kaybetmek istemeyen, ağabeyini kaybetmek istemeyen, yanında olmak isteyen, her anısını çoğaltmak isteyen biri… O yüzden olur dedim. O da olmadı zaten. Olmayacağı belliydi yani. Onun da senaryosu çok olamaz bir şeydi. Herkes elinden geleni yaptı ama olmadı. Olamazdı zaten. Sonra da rahmetli oldu Osman ağabey.
Ben çok güzel işler yaptım. Bundan da mutluyum. Çok şey öğrendim, çok dolu hissediyorum kendimi hala. Tabii ki çalışabileceğimi de hissediyorum. Öyle bir enerjim var. Ama böyle basit bir işte de çalışmam. Hani çalışmış olmak için de çalışmam. Hele beni istemeyenlerle hiç çalışmam. Arkamı döner giderim bir daha da dönüp bakmam bile yani. Çünkü şöyle bir durum var; genel baktığınız zaman Türkiye'de eskiden Türk sineması yoktu belki ama Türk sineması vardı aslında. Kendini anlatan bir sinemaydı. Öyle bir sektör vardı. Diziler keza öyleydi. Şimdi her şey o kadar basit bir hale geldi ki, sadece işin ucunda para kazanalım da nasıl kazanırsak kazanalım. Oraya bir tane genç kadın koyalım, güzel bir erkek koyalım. Onlar işte sevgili olsunlar. Eskiden de böyleydi ama eskiden bir konu vardı. Bir senaryonun bir ağırlığı vardı. Yönetmenler, yapımcılar "Sadece biz bu yüzden para kazanmayalım. Aynı zamanda da bir isim olalım. İlk biz yapalım." derdi, böyle bir yarış vardı sektörde. Şimdi öyle bir şey de yok. Yani herkes her şeyi yapıyor zaten. Bir de şöyle bir sevda da var; aman bu çektiklerimizi yurt dışına satalım da oradan ek bir gelir olsun. Oradan da bir para kazanalım. Yani her şeyin sonu para, oraya gidiyor. Dünya paralar da dönüyor ortalıkta.
BAŞKA OYUNCU YOK MU? TÜM İŞLER HEP AYNI OYUNCULARLA!
-Yani sanatı biraz daha geri plana attık aslında diyorsunuz…
Evet. Halbuki tam tersine yani bugün İngiliz sinemasına bakıyorsunuz, Norveç'e bakıyorsunuz. Ne bileyim Avrupa sineması… Yani o kadar güzel işler yapıyorlar ki. O kadar güzel diziler var ki. Ve orada da güzel kadınlar, güzel adamlar var. Ama hepsi oyuncu. Yani sadece yapımcı onu güzel olduğu için seçmemiş. Aktör, aktris hepsi. Hepsi de bir tiyatroda çalışıyor. Aynı zamanda geliyor orada bir tane de dizi çekiyor, o kadar. Ama bizde öyle bir şey yok. Bizde maalesef dizi oyuncusu ve tiyatro oyuncusu var. Dizilerde oynayan tiyatrocular yok mu? Var tabii ki. Ve çok da kıymetli oyuncular var. Ama sen o kıymetli oyuncuları çalıştıramıyorsan, basit basit işlerde kullanıp... Hele ki bir dizide onu görüyoruz. A dizisinden sonra B dizisini açıyorsun yine o var. Öbür projeye bakıyorsunuz bir sene sonra yine orada da o oynuyor. Ya yok mu başka oyuncu yani? Bir sürü piyasada konservatuar mezunu insanlar yapımcıların, yönetmenlerin peşindeler. Her neyse sonuçta başka bir yerde olmalıydık. Maalesef olamadık. Olamıyoruz da. Bunun yanında her işi de kötülemiyorum, sakın yanlış anlaşılmayayım. Çok güzel işler de var. Ama hep aynı oyuncularla var o işler.
GÜNCEL SORULAR
-Oyuncu olmak için tiyatro tozu yutmak şart mı?
Şimdi bu oyunculuk eğitim işi. Ama bu eğitimi siz konservatuarda ya da tiyatro okullarında da alabilirsiniz, bir ustanın yanında çalışarak da alabilirsiniz. Aynı zamanda usta-çırak ilişkisidir oyunculuk. Mesela şimdi Kenan İmirzalıoğlu konservatuar mezunu mu? Hayır değil. Yüksek matematik mezunu üniversiteden. Ama bu işe o kadar gönül vermiş ki; o kadar iyi ustalarla, yönetmenlerle çalıştı ve kendini geliştirdi ki. Amerika'ya gitti, orada workshop'lara katıldı vs. Hatta ben çok üzülmüştüm dönüp geldiği zaman. Şu anda Amerika'da bir numaralı aktördü Kenan İmirzalıoğlu. O kadar iyi oldu ki artık bir okuldan mezun olan bir aktör ya da aktristen daha başarılı belki de. Ama dediğim gibi yani sokaktan geçen adama da "Gel sen şunu oyna" diyemezsiniz elbette. Mutlaka bir toz yutmalıdır, tozun yanında öksürmelidir, düşmelidir, kalkmalıdır, ağlamalıdır, hınçlanmalıdır, üzülmelidir sabahlara kadar hıçkıra hıçkıra ağlamalıdır. Psikolojisi bozulabilir vs. ama yavaş yavaş dolmaya başlar. Doldukça onu boşaltmak ister. Boşalttıkça yeniden dolmak ister. Oyunculuk böyle bir şey. Gözlem yapmak zorundasınız. Bir oyuncunun mutlaka gözlem yapması lazım. Etrafı gözlemesi lazım. Bir de kendi ustasına da tamamıyla kendini açıp kendini ona bırakması lazım ki bir şeyler öğrensin.
OYUNCU ÖNYARGILI OLMAMALI, BU YANLIŞ BİR CÜMLE
-Bir oyuncu sizce her rolü oynamalı mı, oynayabilir mi?
Ya oynayabilir tabii. Niye oynamasın? Kendi yapısı ve yeteneği ölçüsünde yapabilir; ama başarılı olur ama olmaz. Yani dünyanın en yetenekli oyuncusu da her rolü oynayabilir ve başarılı olamayabilir. En yeteneksizinin kendi içinde oynadığı bir rol, dersin ki "Ya bu adam nasıl oynamış o rolü?" Olabiliyor bazen aradan çıt diye çıkıyor. Ama şu yanlış bir laf, "Ben fakiri çok iyi oynarım ama zengini oynayamam." Hani bu çok önyargılı bir durum. Oyuncunun bunu konuşmaması lazım. Yani bu yanlış bir cümle yani bana göre.
-Geçmiş dönem ile şimdiyi kıyaslayınca kazançlar konusunda neler söyleyebilirsiniz? Adaletli bir dağılım olduğunu söylemek mümkün mü sizce?
Yani şimdi Türkiye'nin ekonomisi her an değiştiği için bir şey diyemiyorum. Eskiden de başrol oyuncuları yüksek rakamlar alıyordu. Çünkü şöyle düşünün; her sahnede varsınız. Bu ne demek? Her gün setiniz var. O rolünüz icabı atıyorum at binmelisin, çamura girmelisin. Ya da rolün neyse, ne anlatıyorsa çekilen dizide hep oradasın. Ama sen mesela haftada iki gün çalışıyorsun ama o haftanın yedi günü çalışıyor. Her gün sabahtan akşama kadar çalışıyor. Tabii ki bunun da bir karşılığı olmalı yani. Ben bir adaletsizlik olduğunu düşünmüyorum. Yani buradan bakıldığında. Fakat şöyle de bir durum var; evet, ben haftanın iki günü çalışıyorum, o da yedi günü çalışıyor ama yani adam ne okul bitirmiş, ne bir şey yapmış. Sadece manken. Hani küçümsemiyor asla ama duruşuyla orada para kazanıyor. Yani şimdi buradan bakıldığında bu da bana adaletsizlik geliyor. Ama öbür açıdan baktığın zaman hayır, son derece adaletli.
-Yeni dönemdeki dizileri, senaryoları ve oyunculukları nasıl buluyorsunuz? Bir de oyuncuların projelere takipçi sayısına göre seçildiği söyleniyor…
Ben proje izlemiyorum bir kere. Çok kötü bir dizi izleyicisiyim. Yani bana şu dizide kim oynuyor ya da bu oyuncu nerede oynuyor diye sorun, ben hiçbir şey bilmem. Ama önde gelen oyuncuları biliyorum. Hele ki tiyatro kökenliyse onlar. Ama yani bir havuz var, bu havuzun içinde kırk tane oyuncu var. Bu kırk tane oyuncu her yerde çalışıyor. Şimdi seyircinin de şöyle bir avantajı var bu konuda; sürekli gördüğü oyuncuyu takip etmek istiyor. Hele böyle güzelse, yakışıklıysa, başarılıysa vs. onu takip ediyor. Ve o dizi reyting almaya başlıyor. O oradan çıkıyor başka bir diziye geçiyor. "Ah Ahmet oraya geçmiş" diyor, gidiyor onu izlemeye başlıyor. Bu yani çok tasvip ettiğim bir durum değil. Senaryolar işte eskiden 90 dakika üzerinden yazılıyordu. Şimdi çıktı 120 dakikaya, 130 dakikaya. Bu demek oluyor ki 130 sayfalık bir iş çekiliyor. Senaristler haklı, nasıl yetiştirecekler? Yani aynı sahneyi bir bölüm önce oynamışsın. Üç bölüm sonra aynı sahne, benzer sahne. Diyorsun ki "Ben konuştum bunları, bunları söyledim." Şimdi senaristler de haklı bu durumda. O zaman da işin kalitesi düşüyor. Çok başarılı işler yapılıyor, o ayrı. Ama bunun yanında bir sürü de böyle yalap şalap işler de var yani. Ben emeğe karşı bir insan değilim. Hepsine şapka çıkarırım. Ama kimi kendini anlatan ve hakikaten kaliteli olduğunu hissettiren bir iş. Öbür tarafta da diyorsun ki kimse hatırlamayacak bile o diziyi.
KIRGIN OLDUĞUM BİR YAPIMCI VAR, BENİ ÇOK ÜZDÜ
-Bazı insanlara da böyle bir kızgınlığınız, kırgınlığınız var gibi hissettim…
Kızgın olduğum yok ama kırgın olduğum bir yapımcı var. Onu söylemeyeceğim. Çünkü yanlış anlaşıldım. Ama yanlış anlaşılmamam gerekiyordu aslında. En azından bunu benimle konuşabilirdi. Yani "Kürşat gel bir konuşalım. Ben böyle bir şey hissediyorum. Acaba doğru mu hissettim?" demeliydi. Çünkü yakındı. Ama ismini vermeyeceğim. O beni çok üzdü. Hala da üzüyor. Öfkeli değilim, kırgınım. Çünkü öyle bir insana yakışmıyor yani.
-Umarım çözülür…
Yani çözülmesini isterim tabii ki. Ama artık o kadar da önemsemiyorum.