Oyuncu Onur Özaydın, Sabah Günaydın TV'de 'Yasemİnce İtiraflar' programında Yasemin Döngel'in konuğu oldu. Yolculuğunun "Öyle Bir Geçer Zaman Ki" dizisiyle başlamasından mutlu olduğunu belirten Özaydın, "Her zaman başa gelmez, şanslı hissediyorum kendimi" dedi. "Yargı" döneminde şaşırtan tepkiler aldığını dile getiren oyuncu, "Osman'ı kendiyle bir tutan çok insan oluyordu" ifadelerini kullandı. "Prens" dizisinin senaryosunu okurken sesli güldüğünü söyledi, "Prens'in içinde olmasaydım çok üzülürdüm" cümlesini de sözlerine ekledi. Programın sonunda yaptığı itiraf ise izleyenleri hem şaşırttı, hem de güldürdü! İşte Onur Özaydın röportajının tüm detayları...
-Nasılsın, neler yapıyorsun?
"Prens" dizimizin yeni sezonu başlayacak. Onun heyecanı var. İşte kostüm ölçüleri falan alındı, provalara girilecek vs. Az kaldı. Yani herkes soruyordu, biz de çok merak ediyorduk. Tahminim yani Nisan'da falan da yayınlanır bence.
-Seni tanımak adına en başından başlayalım… Nasıl bir çocuktun? Şimdiki halinden zıt mı yoksa "7'sinde neyse 70'inde de o" olanlardan mısın?
Ailenin işte zıpçıktısı. Bütün böyle işte büyük aileler böyle bir araya geldiğinde bayramlarda, seyranlarda işte insanları güldürmeye çalışan, onun için çabalayan o çocuk. Öyle bir maymun tarafım hep vardı yani. Öyle derler ya gel maymun git maymun falan filan gibi. Belliydi yani böyle şeyler çıkacağı devamında.
-O zamanlar bir oyunculuk fikri var mıydı?
Yani yoktu ama annem çok götürürdü bizi tiyatro oyunlarına. Yani sonradan çok aklıma geldi bu hatta minnettarım ona yani. Annem ağabeyimle beni elimizden tutup çocuk oyunlarına çok fazla götürürdü. Hemen hemen ayda iki üç defa kesin giderdik yani. Bence o zamanlarda ben biraz bir hayranlık duymaya başlamışım işte mesleğe ya da tiyatroya. Yani annemin o anlamda çok büyük bir payı olduğunu düşünüyorum. Şu an bu mesleği yapıyor olmamdan dolayı.
HAFTA İÇİ ANNEMLERİN, HAFTA SONU KENDİ GÖNLÜMÜ YAPIYORDUM
-Sonrasını biraz biliyorum, bir altın bilezik olsun diye iktisat okuyorsun değil mi?
Evet, biraz da annemlerin gönlü olsun diye iktisat okudum Kocaeli Üniversitesi'nde. Devamlı olarak İstanbul'dan gidip geldim. Hiç orada bir yaşantım olmadı yani. Bir ev tutma ya da yurtta kalma gibi. Zaten ben tren yolculuğunu çok seviyorum yani. Trenle gidip geldim her gün. Hafta sonları da çocuk oyunu oynamaya başlamıştım, 18 yaşında. Yani hafta içi annemlerin gönlünü yapıp hafta sonu kendi gönlümü yapıyordum. Sonra okul bittikten sonra da Yüksek Lisans sınavlarına girdim, oyunculuk kazandım.
-Oyunculuk serüveni ilk üniversitede başladı o zaman…
Aslında lisede tiyatro kulübünde arkadaşlarımın ittirmesiyle, onların gazıyla tiyatro kulübüne girdim. Orada bir oyun çıkardık. İşte seyirci karşısına çıkınca çok mutlu oldum, heyecanlandığımı hatırlıyorum. O andan itibaren başladı yani o şey o zaman düştü içime. Dedim "Herhalde yapacağız biz bu işi. Ben iktisat okuyayım şimdi ama bir yandan tiyatroyla da ilgileneyim." Onlar da her zaman destek oldular. Yani teşekkür ediyorum ikisine de; anneme de, babama da. Sonra Yüksek Lisans derken devamı geldi, tiyatromuzu kurduk vs. Ya olmuş bayağı 2003'te profesyonel olarak ilk oynamaya başlamıştım. 21 yıl olmuş.
ÇOK BÜYÜK HAYALLER KURARAK BAŞLAMADIM
-Çok uzun zamandır bu işi yapıyorsun. Ne öğretti sana bu meslek? Girerken ne umdun, ne buldun?
Yani çok büyük hayaller kurarak başlamadım. Yani zaten bir yola çıkıyorum deyip mecazi anlamda bavulunu hazırladığın, "Dur bakalım başıma neler gelecek" gibi böyle çok büyük cümleler kurmadan başlıyorsun. Çünkü o sırada istediğin şeyin meydana gelmesi için, oluşması için çaba gösteriyorsun sadece. Sonra oluyorsa o güzel şeyler oluyor. Mesela benim en büyük hayalim; Haluk Bilginer'in oynadığı herhangi bir şeyde, ne bileyim o zaman "Tatlı Hayat" dizisi vardı. Yani işte kapıyı çalıp işte kargo getiren ya da işte ne bileyim yemek getiren kuryeyi oynayayım. Ama bir iki lafım olsun Haluk Bilginer'le böyle bir anamız olsun falan diyordum. Sonra yıllar sonra bu başıma geldi. Haluk ağabey aradı tiyatro oyununda oynamam için. Hani ben bunun hayaliyle yaşadım yıllarca ama bunun için sadece kendi içimde çabalıyordum. Mesleğimi iyi yapmaya çalışıyordum. Disiplinli olmaya, ahlaklı olmaya çalışıyordum. Sonra başıma geldi.
-Ama sen manifestlemişsin bayağı…
Evet, öyle oldu. Gerçekten öyle oldu.
-Tiyatrodan televizyona geçişin nasıl oldu, neler hissettin ilk işinde?
Şimdi 2008 yılında "Kız Takımı" diye bir dizi vardı. Biz Kız Takımı'nda erkek oyuncularız. O kadar sahne başkasının ki, bizle hiç alakası olmayan bir dizi aslında. Biz böyle hani o bölümde laflarımızı sayıyoruz kaç repliğimiz var falan gibi bir durumda. Ben de işte 23 yaşındayım o zaman. Kamerayı böyle sette adam akıllı ilk gördüğüm zamanlardayım. Orada set ortamını anladım; böyle oluyormuş, çok zor şartlarda çalışılıyormuş. İşte 30 saniyelik bir şey için saatlerce emek verilebiliyormuş vs. falan. Ama oyunculuk yaptığımı çok hissettiğim bir şey değildi o 2008'de deneyimlediğim. Hatta şu an Birand Tunca, o da o dizide benim kankalarımdan biriydi, şimdi çok tatlı bir konumda kendisi. Onun geyiğini o zamanda hep yapardık yani. Tecrübeleniyoruz o sırada ama yani repliklerimizi sayıyoruz falan. O kadar geri plandaydık. Ta ki 2010 yılında işte "Öyle Bir Geçer Zaman Ki'den bir şey geldiğinde. Yani oradan bir teklif geldiğinde ve işte audition verdiğimde vs. o zaman oyunculuğumu da hani gösterebilme fırsatım oldu. Yani televizyona asıl başlayışım aslında bence "Öyle Bir Geçer Zaman Ki".
HER ZAMAN BAŞA GELMEZ, ŞANSLI HİSSEDİYORUM KENDİMİ
-"Öyle Bir Geçer Zaman Ki" dizisi dönemine damga vuran ve hala tekrarlarıyla izleyici mest eden kült işlerden biriydi. Sence sırrı neydi bu kadar sevilmesinin?
Bence çok samimi bir şekilde yazılıp oynanması, çekilmesi ve bir sürü olumlu etkenin aynı anda bir araya gelmesiyle oluşuyor böyle bir sinerji ancak. Yani o zaman ben hatırlıyorum mesela yayınlandığında işte pazar günleri, sokakta esnafın televizyonunda o dizi açıktı. Yani insanlar birbirlerine program yaparken "Bugün Öyle Bir Geçer Zaman Ki var, yarın gelin siz." diyordu. Sanki her hafta derbi olması gibi yani insanların beklediği bir şeydi. O anlamda her zamanda başa gelecek şeyler değil. Onun bilincindeyim. Şanslı hissediyorum kendimi.
-O Pazar günlerinin yerini yıllar sonra "Yargı" aldı… Hemen ona da değinelim. Senaryo sana geldiğinde, ilk okuduğunda ne hissettin?
Bir kere sevimsiz. İlk bölümlerde özellikle çok sevimsizdi. Eşine olan tavrı falan ama böyle şeyleri oynamak çok zevklidir. Ben normalde kendimi oralara çok yakın görmediğim için... Başka bir yere ulaşmaya çalışıyormuşsun gibi oluyor. Tam olarak bir yolculuk oluyor işte ama sonra ondan keyif almaya başlayınca, bir de dışarıda tepkileri alınca çok daha güzel oluyor.
-Aldığın en tuhaf tepki ne oldu?
Mesela şu oldu: Geç bir saatte ben dışarıdaydım. Kırk yaşlarında bir tane adam bana gelip "Aynı ben Osman, aynı ben." diyor bana. Böyle bir şey olamaz ya. Osman'ın en sevilmediği dönemde adam bana gelip orada "Aynı ben ya. Bayılıyorum Osman'a." Yani diyor ki "Ben şerefsizim. haysiyetsizim." (gülüyor). Böyle bir şey olamaz ya. Öyle bir taraf da her zaman vardı. Kendiyle bir tutan çok insan oluyordu yani.
-Çok keyifli ve gerilimi bol bir işti. Daha önce diziden Merve Ateş'i, Arda Anarat'ı, Onur Durmaz'ı falan konuk almıştım onlar da set arkasının çok keyifli olduğundan bahsetmişti…
Set çok keyifliydi. Zaten bence gülmeden hani insanların yüzü gülmeden olumlu bir sonuca varmak çok zor ya. Buradaki enerji çok önemli. Yargı'da da öyleydi, biz en dramatik sahneleri de çekmeden önce kesin bir eğlencemizi döndürmüşüzdür.
O SAHNENİN SENARYOSUNU BİZ SETTE ALDIK
-Onur Durmaz söylemişti, katilin kim olduğu da belirsizdi değil mi?
Onu hiç kimse bilmiyordu bu arada. Hatta bak ben şöyle bir şey söyleyeyim. Öyle Bir Geçer Zaman Ki'nin birinci sezonunun çok önemli ve akılda kalan bir final bölümü vardır. Düğünde silahlılar çıkıyor falan. Biz o sahnenin senaryosunu o gün sette aldık. Ve üstünde ismimiz yazıyor. Yani neredeyse böyle noterle kapalı zarfı şunu verecekler yani. Yemin ediyorum o gün dağıtıldı herkese. Yani normalde yetiştirilmesinden dolayı değil. Zaten herkes biliyordu yani işin arka tarafı.
-Yayılmasın diye mi?
Evet, yayılmasın diye. Çünkü orada ben anneme söylesem, annem altın gününde öbürüne söylese bitti geçmiş olsun. Ve bizdeki merak unsurunu da son ana kadar taşımak o da çok olumlu anlamda bir enerji yaratıyor. Biz o gün hani kim kime silah çekiyor, ne oluyor ne bitiyor falan o gün öğrendik.