Muammer Karadeniz, uzun yıllara dayanan bürokrasi hayatının içinde, o temposundan istifade ederek kallavi bir romanla, Kutsal Taç ile okurunu selamlıyor. Amerikalı bir profesörün Türk öğrencisi ile birlikte peşine düştüğü büyük yok oluşun izinde nefes kesici bir hikaye kotarmış. Türkiye'nin kültürel kriminolojisini de çıkaran ve TK Kitap'tan çıkan Kutsal Taç vesilesiyle, Muammer Karadeniz ile söyleştik.
- Yeni kitabınız Kutsal Taç nasıl doğdu?
- Amatörce şiir, öykü ve deneme yazmaya çalışıyorum. Şiirlerim bir kitapta yayınlandığında bazı şiirlerin öykü tadında olduğu, öykü ve roman yazımına yatkın olduğuma ilişkin geri dönüş ve tavsiyelerin etkili olduğunu söylemeliyim. Kutsal Taç'a gelince; dünyada bazı insanların önemli gördükleri ve bazı anlamlar yükledikleri tarihlerden biri de 12.12.2012 tarihi olmuştu. Başta Maya Takvimi ve önemli kahinlerin dünyanın geleceğine ilişkin kehanetlerinde bu tarihe ve Anadolu coğrafyasına atıflarda bulunuyordu. Bunların soncunda dünyanın çeşitli ülkelerinden insanlar bu tarihte yeryüzünde hayatın son bulacağı, bu yok oluşun birkaç yerde hissedilmeyeceği varsayımıyla İzmir'in Selçuk İlçesinin Şirince Köyü'nde toplanmışlardı. Bu iddiaların seneler önce gündeme alınması halinde ülkemize gelen yabancı sayısının çok daha fazla olabileceğini düşünerek, gelecekte bu ilgiyi artırmayı hedefleyen çalışmalara katkı sağlamak istemiştim. Bu düşünceden yola çıkıldığını söylemem doğru olur.

- Kıyamet'in izini süren Amerikalı profesör ile Türk öğrencisinin bir yolculuk hikayesini anlatıyorsunuz. Büyük yok oluş ya da kıyamet gibi riskli bir konuya uzanan yolculuğun hikayesini merak ediyorum...
- Yolculuk hikayelerini kaleme almayı seviyorum. Buradaki yolculuğu, içsel ve mekânsal olarak iki ayrı yolculuk olarak da tanımlayabiliriz.
Kıyamet, yok oluş ya da yeryüzündeki yaşamın sona erişiyle ilgili söylemler kesinlikle büyük sorumluluk. Burada, öncelikle İslam dini olmak üzere diğer din ve inanç sistemlerinin değerlendirmelerine saygı ve özen göstermeye özellikle gayret ettim. Yazarken karakterlerin kişisel dünyalarını tanımlamakla başladım. Ardından Şirince'ye uzanan nedenleri, oradan belki Nuh'un Gemisi'ne, belki gizemli bir yazıta, belki sular altında kalmış saraylara, mağaralarda saklanan sırra doğru akan bir hikâyeye dönüştü her şey.
- Amerika'da başlayıp, Türkiye'de son bulan bir hikaye. Bir tarafıyla da Türkleşen bir hikaye mi bu sizce?
- Evet, çağımızın bilim ve teknolojik gelişmelerine karşın manevi iklimimiz bundan maalesef olumsuz etkileniyor.
Savaşların, kan ve gözyaşının hiç eksilmediği, artan göç hareketlerinin, bozulan çevre ve ekolojik dengenin insan hayatını her gün daha fazla olumsuz etkilediği günlere geldik. Dünyanın ve insanlığın uğradığı erozyondan elbette ülkemiz ve milletimiz de etkileniyor.
Ancak, üç tarafı denizlerle çevrili ve iki kıtanın buluşma noktası olan Anadolumuz sahip olduğu coğrafik avantaj ile milli ve manevi değerlerini medeniyet harmanında harmanlayarak insanlığın ortak faydasına sunmuştur. Vefalı toplum, güvenli dost, güven kapısı, güven limanı gibi kıymetli tanımlamalarla anılıyor olmamız, ülkemize yerleşen çok sayıdaki yabancı ülke vatandaşı olması da bu vasfımızı güçlendiren güzel değerlenörneklerdir. O nedenle insanlığın huzur bulduğu ve gelecekte de huzur bulacağı dünyadaki ender ülkelerin başında geldiğimize inanıyorum.

- İzmir'den Adıyaman'a uzanan hatta, kültürel mirasımızın farkına vardığımız, şaşırdığımız bir yolculuk. Bu bir kurgu değil de bilinç uyandırma gayreti gibi...
- Çok haklısınız. Maalesef bir çoğumuz en yakınımızdaki tarihi ve kültürel varlıkların medeniyet tarihimizdeki önemini yeterince fark edemiyoruz.
Bana göre bu ilgisiz tavrın bir sonucu olarak da o eserlerin zaman içerisinde kaybolup gitmesine razı olmak zorunda kalıyoruz. Oysa her tarihi ve kültürel mirasın bir öyküsü, misyonu ve ruhu var. Geçmişte o eserin nasıl bir fonksiyon icra ettiğini öğrenmek, orada yaşandığı dile getirilen rivayet, hikaye ve efsaneleri tanımak ve oraya ilişkin gönlümüzde yapacağımız kimliklendirmenin, aidiyet ve sahiplenme duygumuzu daha fazla güçlendireceğine inanıyorum. Her köşesi eşsiz tarihi ve kültürel mirası barındıran Anadolumuzun kaybolmaya yüz tutan kıymetli değerlerini korumak, yaşatmak ve geleceğe en güzel şekilde devredebilmek, işçisi, memuru, çiftçisi, yazarı, çizeri, esnafı, zanaatkarı ayırmaksızın hepimizin insani ve milli sorumluluğudur.
Bu eserde yapılan vurgulamaların temelinde bu bilinci uyandırma amaç ve gayretinin olduğunu söyleyebiliriz.
- Sinematografisi çok güçlü bir roman.
Yazarken özellikle sinema ya da dizi düşüncesi güttünüz mü?
- Samimiyetle söyleyim ki asla sinema ya da dizi film olması fikriyle başlamış bir çalışma değildi. Kısa bir öykü kaleme almak, onun da çeşitli dergi ve gazetelerde yayınlanmasıyla yetinerek safımızı belli etmek gibi bir amacım vardı. İlk bölümün tamamlanmasıyla birlikte düşüncesini ve metnini paylaştığımız bu çalışma, dostlarımızın teşviki ve tavsiyesiyle Amerika'dan Şirince'ye, oradan Hasankeyf'e kadar uzadı. Kutsal Taç; tam olarak tarihleyemesem de altı buçuk yıllık bir çalışmanın sonucu. Özellikle rotasında bulunduğu halde daha önce göremediğim yerleri de dahil edebilmek için adım adım gezmek suretiyle esere dahil ettiğimiz mekanlarla daha da anlamlı bir eser oldu.