Beyin kanaması geçirdiği için 1997'den bu yana konser vermeyen ve sevdiği adamın peşine takılıp Güney Afrika'ya yerleşen Yüksel Uzel, 29 Temmuz gecesi yeniden sahneye çıkıyor... Onun için bir ilk bu, yeni bir başlangıç, hatta 'merhaba' bile denebilir. Bir dönemin en ünlü assolistlerinden biri olan Uzel'in sahnesi, ona yaraşır şekilde gazino sahnelerini aratmayacak; eski dostu, bir dönem gazino sahnelerini paylaştığı Sezen Aksu da ona eşlik edecek. Yaklaşık bir ay önce, konserin hazırlıkları için İstanbul'a geldiğinde konuştuk Uzel'le... Onu sahnelerden uzaklaştıran hastalığını, G. Afrika'daki yaşamını ve hayatın ona yeniden ve yeniden öğrettiklerini anlattı. O, muhteşem Türkçesi'yle konuştukça, ben mest oldum kaldım. 60 yaşında ama hiç mi hiç alakası yokmuş gibi duruyor, şu fotoğraflara tekrar baksanıza...
- Kaç yıl aradan sonra yeniden konser veriyorsunuz?
- En son CD çıkışım 1995. Sonra da birkaç konser verdim, belki 97'ye bir iki konserle sarktım, onun dışında olmadı.
- Buna tek sebep de sağlık sorunlarınızdı...
- Evet, beyin kanamasında üçlemiştim, doktorum da 'Emeklilik için çok gençsin ama sahneyi bırakman lazım,' diyordu. En sonuncusunda, daha önce ameliyat geçirdiğim yerde sivri bir balon oluşmuş. Tıp insanı değilim, yanlış konuşabilirim ama bana söyledikleri şuydu; o baloncuk patladığı zaman 160 kilometre hız yapıyor kan basıncı, orada bir sürü hasar oluyor falan. Yani ölmek temizlik! Ama ölmeyip makinelere bağlı kalmak, etrafına da kendine de eziyet olacak. Bunları yaşamamak için durmam gerekiyordu. Stres ve sesin kafada dolanışı bile yoracak, problem olacaktı, ben de bıraktım her şeyi, veda ettim.
- Bırakırken ne hissettiniz?
- Ağır yaşadım bu hastalığı, inanılmaz deneyimlerden geçtim. Biliyordum kendi durumumu; kader, mukadderat denilen bir şey var sonuçta...
- Ama 'Niye ben?' diye sormuyor mu insan, isyan etmiyor mu?
- Elbette 'niye ben?' diye çok sordum. Çünkü çocuğum aklıma geldi, küçük bir kızım var, yalnız bir anneyim vs. Ama çabuk toparladım. Sonra ne kadar yanlış şeylere üzüldüğümü tespit ettim. İnsanın sağlığı gibisi yok, onu fark ettim; hele ki canınızı burnunuzun ucunda hissettiğinizde hayatın çok başka bir anlamı olduğunu öğreniyorsunuz. Allah kimseye öğretmesin tabii, benim tek temennim o.
- Bu hastalıkları yaşarken bir taraftan da gazino çalışmalarını sürdürüyor muydunuz?
- Tabii yavrum, ben Don Kişot şeklindeydim. Neyi kurtaracaksam? 365 günün 300 günü çalışıyordum! Bir tek Ramazanlarda dinlenirdim. Dolayısıyla yorucu bir hayattı. Bir de ben hiç hatır kıramazdım, benim cep telefonum hâlâ aynıdır biliyor musun? Hiç değiştirmedim, herkes de bana hep ulaştı. Herkesle birebir muhatap olduğum için de kaçamadım, dinlemedim, koruyamadım kendimi.
- Çareyi yurt dışına kaçmakta mı buldunuz?
- Evet en son çare! Bir de her zaman söylerim; İstanbul'u işgal etmenin gereği yok!
- Niye, bir tek siz mi işgal ediyorsunuz?
- Ama yavrum, keşke herkes benim gibi düşünse... Bir şey üretmiyorsan, bir şey yapmıyorsan, lüzum yok büyük şehirde çakılıp kalmaya. Gidip doğaya karışmak, kucaklaşmak, başka bir şehirde yaşamak bin kat daha güzel değil mi? '
MERHABA KONSERİ OLSUN BU!'
- Peki şimdi, yeniden sahneye çıkmanız için kim kandırdı sizi; onu anlatın...
- Kandırılmadım. (gülüyor) Şöyle söyleyeyim, dört-beş sene önce, bir gün Nişantaşı'nda Erkan Özerman'la karşılaştım. Akşam Müzeyyen Senar'a konser yapılıyor, beni apar topar oraya götürdü. Mustafa Yolaşan ve İzzet Öz beni ön sıralarda görünce, emrivaki yaptılar, aldılar sahneye. Ne okuyacağımı bile bilemedim, şu-bu derken, gözlerimi kapadım bir şarkı okudum. Ön sıralarda Semiramis Pekkan, Demet Akbağ ve bir sürü isim ağlıyor ve ayakta alkışlıyordu beni... Özlemin getirdiği inanılmaz bir tezahürat, şok oldum.
- Hemen fikrinizi mi değiştirdiniz?
- Çok duygulandım. Sonra Necati Bey (Akpınar) 'Bir konser yapalım,' deyince, 'Zaten bir Allahaısmarladık borcum vardı, çünkü birden gittim, kayboldum olur,' dedim. O da bana dedi ki, 'Allahaısmarladık konseri yapmam, merhaba konseri yaparım.' Oysa ben dönmek için bırakmadım, artık başka bir hayata geçtim... Bu konuşma böyle kaldı. Bir süre sonra, 19 Nisan'da BKM'den telefon geldiğinde 'Bugün 60 yaşıma girdim ve her şeye evet diyorum, ne derseniz, ne yapacaksanız yapın çocuklar, kabuldür,' dedim.
- 'Soyalım sizi,' deseler 'Olur,' diyeceksiniz yani...
- Her şeye evet! (kahkahalar) Neyse böyle bir kararla evet demiş bulundum, 'evet'ler hayata geçince de, işin ciddiyeti bir anda dank etti. Hemen İstanbul'a geldim. Sazlarımı seçmeli, ekibimi kurmalı, bir konsepte karar vermeliy
KRALİÇE OLMAK MESULİYETLİ
- Bir dönemin en ünlü assolistlerinden birisiniz..
- Son diyelim... Benden sonraki gençler çok da muvaffak olmalarına rağmen, lanse edilen pek fazla kimse olmadı. Ben Caddebostan'ı bıraktığımda, Ahmet Özhan, Serpil Çakmaklı gibi bir kadro vardı. Seda Sayan solist çıktı, arkadan Sibel Can...
- Bu isimleri assolist olarak kabul ediyor musunuz?
- Ben zaten assolist lafına pek rağbet etmiş biri değilim. Solist olmak yeter hayatım, nedir bunun başsolisti, son solisti! Eğer bir müziğin gerçek bir icracısıysan, solistiysen yeterlidir. Kraliçe falan olmak mesuliyetli işlerdir. Onun tafrası değil, hamallığı vardır tersine; orayı kaldırabilecek tolore edecek yürek lazım bir kere.
- Kimsede var mı o yürek?
- Bilmiyorum pek gerisi gelmedi maalesef.
- Özlem var mı eski günlere?
- Çok doyarak ayrıldım ben Şirin... Hatta bu konser teklifi geldiğinde dedim ki, 'Çok güzel anılarla bıraktım bu işi, aman çocuklar bana yanlış bir anı biriktirtmeyin.' 60 yaşındayım, unutacak zamanım yok çünkü.
ELİMDE ÇOCUK; EMEL, BÜLENT MUAZZEZ'İN ARASINA KARIŞTIM
- En başa dönelim... Nasıl bir aile?
- Gayet tutucu bir ailede büyüdüm. Babam Rizeli, Gürcü asıllı. Annem Çerkez; huysuz, titiz bir kadın. Evin en küçük çocuğuyum. Bir ağabeyim benden 14 yaş, bir abim 7 yaş, ablam 12 yaş büyük. Son müracaat yeri babamdı. Nurda yatsın babam; çok çelebi, çok dolu bir insandı. Güzel bir iletişimimiz vardı...
- Varlıklı bir aile miydi?
- Babam müteahhitti, Ankara'daki Evkaf binasını yapmış, sonra iflas etmiş. Kendine göre maceraları olan; vasat ama sıcak, kendi halinde bir aileydik. Mazbut ve makul bir aile.
- Ne okudunuz?
- Lise terk! Bitirmedim çünkü babamı kaybettim. O beni çok sarstı. Sonra genç yaşta bir evlilik yaptım, 21 yaşında anne oldum. Bir elimde dört yaşındaki kızımla İstanbul'a taşındım.
- O yaşta âşık mı oldunuz, başka nedenlerle mi evlendiniz?
- Sevgilim, 18 yaşındakinin aşkı, mantığı olsa ne olacak! Benimki biraz da, evdeki baskıdan kurtulmak içindi. İki tane abi var evde sonuçta (kahkahalar)
- Ne kadar sürdü evlilik?
- Fazla sürmedi ama Allah bağışlasın, en büyük kazancım kızımdır....
YEDİ SENE PARA BİLE KAZANAMADIM
- Peki kim aklınızı çeliyor da şarkı söylemek istiyorsunuz?
- Müzik seviyorum, sesim güzel, dersler alıyorum, nota öğreniyorum, yani bu benim hobimdi. İstanbul'da Devlet Korosu imtihanı açılmıştı, girdim sınava, muvaffak oldum. Devlet Klasik Türk Müziği Korosu'nda korist olarak başladım. Hayatımda unutamayacağım; en hoş, yıllardır. Coşkun Sabah kan kardeşim, bir gün dedi ki, 'Fahri bey (Fahrettin Aslan) koroda seni izliyor sürekli, teklif var!', 'Kabul,' dedim, kontratlar yaptık, çıktık sahneye. Yıl 1978. Şunu da söyleyeyim Şirin; ben yedi seneye yakın hamallığını yaptım solistliğimin...
- Ne demek o?
- Para kazanamadım! Sigortalarım bile yatmıyordu, Film-San Vakfı Ajda'yı, beni, Muazzez'i emekli yaptı, inanılmaz bir şeydir.
- Kimdi rakipleriniz o dönem?
- Ben sahneye çıktığımda Emel Sayın kraliçe, Muazzez Abacı dev, Bülent Ersoy fenomen, Gönül Yazar ayrı olay, Zeki Müren'in söylemeye bile gerek yok ne olduğunu... Düşünsene, elimde beş-altı yaşlarında bir çocukla ben, bu isimlerin arasında yer edinmeye çalışıyorum. Üstelik Devlet Korosu gibi bir intizamdan gel kurtlar sofrasının ortasına otur! Uvertür çıkarsınız, solist altı çıkarsınız falan anlarım ama öyle bir deneyimim de yok. Açıyorum kollarımı çıkıyorum ilk gece, baş solistim. Düşünebiliyor musun? Üçüncü gün mideme kramplar girmişti, ne yapıyorum ben diye...
- Onların muadili misiniz, alt kadro mu?
- Ben baş solist olarak çıktım, hiç alt kadro çıkmadım. İnanılmaz sükse yaptım. 67 gün Maksim doldu doldu boşaldı. İki-üç sene hiç ekstra kabul etmedim.