Dubai'nin ışıkları, kalabalığı, mimarisi bunların hepsi bir yana benim için asıl büyü, şehrin dünyayı tek bir masa etrafında buluşturma biçiminde saklı. Ve bu yıl Dubai tasarım haftasına girerken içimde beliren duygu basitti: Bu sadece bir tasarım haftası değil, bir hikayeler kervanı. Dubai Design Week, Orta Doğu'nun yaratıcılıkta önde gelen festivali, bu Kasım'da 11'inci edisyonuyla Dubai Design District'e geri döndü. Şehir yine kültürlerin, fikirlerin ve hayallerin kesiştiği bir kavşak haline geldi.
Bu yılın teması 'Topluluk'tu ve bu tema yalnızca bir kelimeden öte, şehrin her köşesinde atan bir ritme dönüştü. Miras ile teknolojiyi, bireysel hikayeler ile kolektif deneyimleri birbirine dokuyan kocaman bir ağ... Tasarım burada bir eşya değil; bir duygu, bir toplanma sebebi, bir iz bırakma biçimi. Dubai çoğu zaman ihtişamıyla bilinir ama bu hafta bana şunu hatırlattı: Asıl ihtişam, paylaşılan bir yaratımın sessiz güzelliğinde saklı.
NAKIŞLA YAZILMIŞ BİR ADA HATIRASI
Maraj Studio'nun Latifa Alkhayat ve Maryam Aljomairi tarafından tasarlanan Stories of the Isle and the Inlet, Dubai Design Week'in kısa süreli şovlarındansa, uzun süre zihinde kalan, bir kenara çekilip üzerine düşündüren işlerdendi. İlk bakışta bir enstalasyon; derinlemesine baktıkça bir arşiv, bir yas tutma şekli, bir şefkat eylemi ve aynı zamanda kültürel bir çağrı olduğunu fark ediyorsunuz. Nabih Saleh Adası'nın ekolojik hafızasını, insanların ve doğanın birlikte dokuduğu ortak anıları, kirpik aralığı kadar ince nakışlarla yeniden kurguluyor Maraj Studio.
YENİ MÜZE ANDO İMZASI TAŞIYOR
Bu yıl beni asıl heyecanlandıran sürprizlerden biri ise Tadao Ando'nun duyurduğu yeni müze projesi oldu. Dubai'nin doğal tuzlu su körfezine bakan kıvrımlı formu, ilk eskizlerine baktığım anda içimde bir merak dalgası yarattı. Beyaz yüzeyden geçen üçgen açıklıklar, binanın yukarı doğru burgu etkisi yaratmasına izin veriyor; adeta gün ışığıyla dans eden bir heykel gibi. Beş katlı yapı, çağdaş sanat için ayrılmış geniş galeri alanlarını, merkezdeki dairesel bir ışıklığın aydınlattığı bir omurga etrafında topluyor.
KEŞFEDİN, KAYBOLUN, YENİDEN BULUN
Festivalle eş zamanlı düzenlenen Downtown Design, bu yıl da d3 Waterfront Terrace'da benzersiz bir enerji yarattı. Global markalar, bölgesel atölyeler ve yaratıcı zihinler aynı çatı altında buluşurken, her adımda yeni bir hikaye açılıyordu.
TRACES OF MUSAFİR
Dubai tasarım haftasının onlarca etkileyici işinin arasında bir tane vardı ki, kalbime sessizce dokundu: Traces of Musafir. Aslı Naz Atasoy'un kurduğu ekip, kum yollarından oluşan dairesel bir pavyonla musafirin yolcunun geçiciliğini anlatıyordu. Ayaklarınızın altında beliren ve kaybolan patikalar... Atasoy'un sözleri hala kulağımda: "Bu, faniliğe ve herkesin geride bıraktığı sessiz izlere dair bir meditasyon." Ortadaki tek bir oturma alanı, insana adeta fısıldıyor: Dur. Nefes al. Dünyanın ritmine karış. Tasarımın bazen bağırarak değil, fısıldayarak en çok şeyi anlattığını bir kez daha gördüm. Belki bu yüzden bu işi bu kadar sevdim.
BÖLGESEL ROL
Natasha Carella'nın sözleri aslında bölgenin bugün geldiği tasarım ekosistemini çok iyi özetliyor. Dubai Design Week'in rolünü tanımlarken söylediği şey çok net: Rekabet değil, ekosistem yaratıyoruz. Katar'dan Suudi Arabistan'a, Ürdün'den Mısır'a kadar pek çok ülkede tasarım haftalarının ortaya çıkması, Dubai Design Week'in etkisini azaltmak yerine güçlendiriyor; çünkü tasarım ancak çoğalarak, farklı merkezlerde karşılık bularak büyüyebilir. Carella'nın "Londra'da her gün binlerce etkinlik oluyor, bizim de daha fazlasına ihtiyacımız var" sözünde güçlü bir gerçeklik var: Bölgenin tasarım üretimi artık tek bir merkeze sığmayacak kadar büyük ve çeşitli. Bu da Dubai Design Week'i yalnızca bir festival değil, bölgesel tasarım diyaloğunun katalizörü haline getiriyor.