Türkiye'den Amerika'ya geldiğim yıl Manhattan'ın batısı New Jersey'de, İzmir'den eski arkadaşlarımın ortasında bulmuştum kendimi. Deniz kokusunu hissetmeden yaşayamayan İzmirliler en azından nehir ile idare edelim diyerek, Hudson Nehri'nin kenarına konuşlanmışlar. 4 katlı evler, sahil yolu ve parklar ile çevrili bölgede Kordon'u andıran bir yerleşim kurmuşlar. Haliyle benim de bu minik İzmir'e alışmam uzun sürmedi. Sanki İzmir'den Çeşme'ye geçmişçesine, yatağım geldiğim gün hazırdı. Bu nedenle hiç bir zaman yalnızlık hissi duymadım. Bu koca ülkede de en büyük şansım her zaman "arkadaşlarım" oldu benim.
Yine böyle şanslı günlerimden birinde tanıdım Osman Amcayı.
Minik mahallemizde, çay ocağını andıran küçücük bir dükkanı vardı Osman Amca'nın. Tabelaya bile gerek görmeyip, gelişi güzel bir kartona irili ufaklı harflerle yazmış dükkânının ismini. Times Meydanı'ndaki gösterişli reklam panolarını hatırlayamayan ben, bu ufak dükkânın adını aklıma kazımışım; "Osman Amca'nın Yeri".
Para kazanmaktan daha çok insan kazanmaya önem verirdi. Yolu dükkânından geçenlere yan komşusu Türk restoranından her daim hazır ettiği mezelerden ikram eder, hazırladığı iki kadeh aslan sütünden tadıp tatmayacağını sorar, sonra uzun sinema sohbetlerine başlardı. Türkiye'de vizyona giren ne kadar film varsa herkesten önce O'nun dükkanına gelir O da bizle paylaşırdı.
İşin en ilginç yani ise, Osman Amca, dükkânında Türk filmlerinin VHS videolarını satardı. Evet, yanlış okumadınız. VHS. Biz mahalleli yalnızca Osman Amca'nın videolarını izleyebilmek amacıyla eskici eskici dolaşır VHS video oynatıcısı arardık. 21. Yüzyılda tek video izleyen bizlerdik sanırsam.
Manava gitmiş misali filmleri tek tek özenle seçerdik. İki Yavuz Turgul, bir Ferdan Özpetek filmi siparişi verir, alışveriş torbaları yerine ellerimizde videokasetleriyle evimizin yolunu tutardık. Paramız yetişmese de sorun değildi, "Al izle sonra verirsin" der, hatta zaman zaman gönlünden bir film kopar "bak bu benim en sevdiğim Türk filmlerinden biri, sen de seversin" diyerek sevindirirdi bizi.
Eski Türk filmleriyle büyümüş gençlerdik hepimiz. Aşkı Ediz Hun ve Filiz Akın'dan, gülmeyi ise Sadri Alışık, Kemal Sunal'dan öğrenmiştik.
50 milyon dolar bütçeli Hollywood filmleri bizi bu kadar etkilemezdi. Elimiz, Jim Carey filmleri yerine, 40 kere izlesek de bıkmadığımız Hababam Sınıfına kayar, yine yalnız Türk filmleri için gözyaşı dökerdik. O dönem, Osman Amca'nın hayatımızdaki anlamı çok büyüktü.
Bu bahsettiğim yaklaşık dört yıl önceydi...
Geçtiğimiz hafta eski komşularımdan biriyle buluştum. Heyecanla Osman Amca'yı sordum. Arkadaşım Osman Amca'nın sanal ortamlardaki film alışverişlerine yenik düştüğünü ve dükkânını kapatıp uzaklara yerleştiğini söyledi.
Elinden oyuncağı alınmış çocuk gibi hissettim bir an kendimi, üzüldüm!
Bunun akabinde, geçen hafta başlayan, New York Türk Filmleri Festivali geldi gözümün önüne... Belki Osman Amca'nın evlerimize misafir gelip hiç gitmeyen filmleri gibi değildi ama yinede beklediğimiz Türk Filmleri gelmişti şehrimize. Ev sahibi olarak ziyaret etmek farz olmuştu artık.
Filmlerin hepsini izlemek istiyorum, ama en çok da İnan Temelkuran'nin bağımsız filmi "Bornova Bornova"'yı merak ediyorum. Burnumda tüten şehrimi yeniden görecek olmanın heyecanıyla karşılıyorum yeni haftayı.
Festival Programı şöyle
10 Aralık Cuma
19.00/Bornova Bornova
21.00/ Bahar
21.00/ Min Dit (Ben Gördüm)
11 Aralık Cumartesi
17.00/ Sürü
19.00/ Kiralık
19.00/ Başka Dilde Aşk
12 Aralık Pazar
17.00/ Yüksek İhtimal
17.00/ Absürdistan
19.00/ Mutlu Bir Pazar gününde Islak Borular
19.00/ Happy Sunday
19.00/ Kosmos
Adres: SVA Theater, 333 West 23rd Street, New York, NY 10011
Biletler: 12 dolar.
aycaca@gmail.com