Geçtiğimiz hafta oldukça hareketli bir haftaydı; şükran günü, konserler, kara Cuma derken yarın da kırmızı Pazartesi.
Bütün haftam o yemekten bu yemeğe, o mağazadan bu mağazaya girmekle geçti. O kadar kendimden geçmiş olacağım ki havanın soğuğu, vücudumun yorgunluğu bile durduramadı beni. Alışveriş çılgınlığı bu olsa gerek. Kendimi kaybetmişim rafların arasında. O ayakkabıdan bu ayakkabıya sekiyorum, numaram olmadığını bile bile belki denk gelir umuduyla birini bırakıp öbürünü deniyorum.
Günün bilançosu ayakkabı çok, borç çok!
En azından denklemi tutturabildiğime seviniyorum. Zannedersem tüm kadınların içinde biraz Carrie Bradshaw var.
Bir diğer aktivitem ise alışılmışın biraz dışındaydı. En azından bugüne kadar Türk arkadaşlarımla "Türk Günü" şeklinde New York'ta geçirdiğim yemek geleneğini bu yıl bozdum. Amerikalı bir arkadaşımın daveti üzerine, havalimanlarındaki kargaşaya inat soluğu Ohio'da aldım. New York'taki çeşitliliğin tam tersine sadece Amerikalıların yaşadığı Cleveland'da, sanırım sınırlı sayıdaki Türklerden biriydim o gece.
İlk kez bir şükran gününü Amerikan sofrasında geçirdim.
İçlerinden sadece bir kaçıyla samimi olduğum toplam 15 kişiden oluşan bu aile yemeği açıkçası sandığımdan çok daha tanıdık geldi bana...
Türkiye'de bayram günlerinde hazırlanan aileleri ve dostları buluşturan zengin sofralarımızı anımsattı. Belki yemekler farklıydı ama amaç aynıydı... "Aile bağlarını güçlendirmek, birbirimize verdiğimiz değeri göstermek".
Yemeğin sonunda şükran günü tatlısı olarak bilinen, elmalı tart ise bu yıl sayemde yerini baklavaya bıraktı. New York'tan Cleveland sofralarına taşıdığım Türk baklavaları daha önce Türk tatlısı tatmamış Amerikalılar için şükran yemeğinin en çok hafızalara kazınan kısmı oldu.
New York'a dönünce merak ettim yalnız, neden bu kuşun adi bizim ülkemizle aynı diye. Kütüphaneme takıldı gözüm, yıllardır dokunulmamış Ana Britanica'mı açtım. Turkey kelimesine baktım. İlginç bir bilgi çıktı karşıma, sizlerle paylaşmak istedim:
Hindi 16.yy in başlarında Amerika'dan Avrupa'ya getiriliyor. Hayatlarında bu tür bir hayvanı ilk defa gören Avrupalılar kuşun pazarlamasını kolaylaştırmak amacı ile kuşa "Turkey Fol" (Türkiye den gelen kümes hayvanı) adını takmışlar. Malum, söz konusu dönem Viyana kuşatması ile aynı döneme denk geliyor ve Avrupa'da o dönem Osmanlı'dan gelen her şey çok egzotik ve popüler. Bu sebeple ismine Turkey demek kuşun değerini arttıracağına inanılıyor. O günlerden günümüze de hindinin adı Turkey olarak kalıyor. Varsın olsun biz Türk adının "Güçlü" den geldiğini bildikten sonra dünyanın ne düşündüğü pek umurumuzda olmaz aslında…
Sofra başında geçen sohbetler ve lezzetli yemekleriyle hatırlayacağım Ohio seyahatimin ardından, yine New York'ta yine evimdeyim. Bayram kutlamalarını tamamlamanın huzuruyla, yeni bayramların yolunu gözleyen çocuklar gibi bir mutluluk var içimde… Güzel gecen bir haftanın ardından gülüyorum. Bir nedeni olmadan tebessüm eksik olmuyor yüzümden. Aklıma yine bir şiir geliyor geçtiğimiz hafta gibi bu günümü anlatan bir şiir…
Bu sefer Orhan Veli'den;
Sokakta giderken kendi kendime,
gülümsediğimin farkına vardığım zaman
beni deli zannedeceklerini düşünüp
gülümsüyorum…
Hepinize iyi haftalar.