Loş sarı bir ışık altında oturuyorum, karşımda hiç tanımadığım insanlar. Elimde kitabım, okumaktan çok elimde tutuyorum. İnsanları izlemekle meşgulüm.
Bir hüzün mevcut ortamda, köhne vagonlar arasında koşuşturan çocuklar, bin bir ricayla açılan camlar, hepsi aynı sanki hiç değişmiyor. İnsanların yüzünden hüzün okunuyor. Toz kokusu etrafı sarmış.
Yolcular hayallere dalmış durumda, kiminin elinde piyango bileti zengin olmayı düşlüyor, yüzünde bir tebessüm. Başka biri çocukları koşuştururken ordan oraya belki de çocuksuz bir hayatın özlemi içinde. Bir sonbahar hüznü var yüzünde. Yeniden çiçek açacağı ve yeniden yapraklarını dökecegi misafir mevsimlerin özlemi ile dolu...
Sarı sıcak bir pencereden dışarı bakıyorum, ayışığı renginde kar var dışarda, tıpkı Nazım Hikmet'in tarif ettiği gibi. Soruyorum kendime esinlenerek "Memleket mi, yıldızlar mı, gençliğim mi daha uzak?" Cevabı yok bu sorunun ya da ben vermek istemiyorum.
Kar yağmaya devam ediyor karanlığa, ben se bir melankolik. Her bir kartanesi sanki bir anima ait. Anaokula başladığım ilk günden bugüne kadar ki yaşadıklarım, sanki birer kar tanesi olmuş düşüyorlar önüme. Nereden gelirim, nereye giderim önemi yok. Zaman kum taneleri olmuş hızla akıp geçiyor.
Tren sesi her an kulağımda, en romantik şarkıdan daha romantik aslında. Amerikalı arkadaşlarıma kimbilir kaç sefer anlatmaya çalıştığım o "Cuf cuf" sesi. Yok tabi burdaki trenlerde o güzel ses, içimden geçirmeden edemiyorum "bizim trenimiz bile bir baska".
Bunları neden yazıyorum merak etmişsinizdir? Bu hafta yılın ilk kârını West Village'de açılan, Osman Çakır'a ait olan "Orient Express" adlı mekanda karşıladım. Agatha Christie'nin benim en sevdiğim romanından esinlenilerek yapılmış bir bar. Zannedersiniz ki dedektif Poirot karşınızda oturuyor, o derece güzel tasarlanmış bir yer. Bir tren kompartmanını andıran mekana ayağımı atar atmaz, çocukluğum geldi aklıma... Sırf trene binmiş olmak adına Nazilli'den İzmir'e yolculukları trenle yapmak için babama yalvardigim günler gözümün önüne geldi.
Orient Express, İstanbul Paris hattının dışına çıkıp bu sefer New York'tan çok uzaklara, Nazilliye, anılarıma götürdü beni. Anlayacağınız çok farklı bir bar burası, rotası anılara yolculuk...
Time Out dergisi boşuna yılın en iyi barı seçmemiş Orient Express'i. Uğruna kitaplar yazılan, filmler çekilen, Birinci Dünya Savaşı'nın bitişine şahitlik eden Orient Express, New York'ta yeniden hayat buluyor.
Belki de bu senenin en keyifli vakitlerinden birini, bar sandalyesi üzerinde, New York'ta yağan kârı izleyerek geçirdim. Ve bir kez daha Orient Express'in adını New York sokaklarında görmenin ne kadar mutluluk verici olduğunu hissettim.
ayca.calıskan@usasabah.com