Türkiye'nin siyasi ve ideolojik yapısını bilenler için, Kürt meselesinde 'çözüm sürecinin' muhtemelen en şaşırtıcı yanı AKP iktidarının sağlam duruşu oldu. AKP reform alanında belki Kürtlerin hayallerine uygun bir hızla ilerlemedi. Ama süreci normalde durdurabilecek birçok engellemeye karşın çözüm hedefine sahip çıkmaya devam etti ve bu amaca ulaşmak için her türlü bedeli ödemeye hazır olduğunu da beyan etti. Bu durumun Öcalan'ı rahatlattığı açık… Partner olarak seçtiğiniz bir aktörün sizle aynı doğrultuda hareket edeceğini bilmek, kendi gücünüzü de artırır.
Ne var ki Kürt siyasi hareketi sadece Öcalan ve HDP'den oluşmuyor. Sivil alanı da kuşatan devasa bir KCK yapılanması ve bunun da ardında Kandil'in bizzat kendisi var. Sorun Kandil'in çözüm sürecinin hem hızlı olmasını, hem de kendisini bölgede iktidar yapmasını istemesi. Kandil bir an önce çözüme gidilmesini zorlarken, aslında herhalde AKP'nin buna hazır olmayacağını düşünüyor ve hükumetin yetersizliğinin kendi pazarlık gücünü artıracağını hesap ediyordu. Ancak öyle olmadı… Hükumet hızlı davranma eğilimi göstermekle birlikte, siyasi talepleri çözümün ileriki safhasına bırakmak üzere davrandı. Açıklıkla ortaya konduğu üzere AKP'nin hedefi Kürtlere tüm kültürel hakların çözüm süreci içerisinde verilmesi, ancak siyasi taleplerin demokratik mekanizma içinde çözülmesi. Yani PKK, halkı belirli düzenlemelere ikna ettiği ve seçim kazandığı takdirde, bazı siyasi talepleri var olan genel siyasi çerçeve içinde ve Türkiye'nin bütünlüğünü dikkate alarak hayata geçirebilir.
Bu teklif Kandil'i tatmin etmiyor. Çünkü bölgeyi yönetmesini garanti altına almıyor. Aksine PKK'yı herhangi bir parti gibi sıradanlaştırıyor. Bu tespite Kandil'in bir 'geri dönüş' durumuna da adapte olmuş olmadığını, örneğin yereldeki HDP siyasetçileri ile nasıl bir hiyerarşi ve mekanizma kurulacağı hakkında gerçek bir çalışma yapmamış olduğunu ekleyelim. Böylece çözüm sürecini baltalama ihtimali çok yüksek olan Kobani ve şimdi de Cizre protesto stratejisinin nedenini anlayabiliriz. Maksat AKP içinde çözüm karşıtlarının tepkisini canlandırmak ve hükumeti yalpalatmaktı. Aslında parti içinde gerçekten de psikolojik olarak çözüm sürecine mesafe alanların sayısı arttı. Ama partinin üst yönetimi ve hükumet sağlam durdu.
Bu durumda hem Kürtlerin 'hakiki' temsilcisi olarak çözüm sürecinin asıl sahibi gözükmek hem de onu engellemek veya zora koşmak nasıl olabilirdi? Cevap HDP'nin seçimlere parti olarak girme kararı vermesi oldu. Türkiye'de barajın kabul edilemez seviyede olduğu açık. AKP'nin daha öngörülü davranıp barajı yüzde 7'ye çekmeyi düşünmemesi de eleştirilebilir. Ancak HDP'nin kararının tümüyle bir Kandil stratejisi olduğu biliniyor. Az ihtimal ama eğer baraj geçilirse mecliste güçlü bir ses çıkarılabilecek. Büyük ihtimalle barajın altında kalındığında ise Türkiye demokrasisi gayrı meşru ilan edilerek Kandil'in daha yüksek bir pazarlık gücüne sahip olması ve doğrudan muhatap alınmasının yolu açılacak.
İşin ilginç yanı Kandil'in bu stratejisinde başarılı olabilmesi için, en az yüzde 8, hatta 9 alması gerekiyor. Ne de olsa cumhurbaşkanlığı seçiminde nerdeyse yüzde 10 alınmıştı. Ama ya yüzde 6'da kalınırsa? Birinci şık hükumetin, ikincisi ise Kandil'in kabusu olur… Seçime doğru son sözü Öcalan söyleyecek ama çıtayı aşağı çekmesinin zor olacağını tahmin edebiliriz. Yine de acaba ülkenin batısında parti, doğusunda bağımsız adaylar olarak girmeyi düşünebilirler mi? Hükumetle olan görüşmeler bu türden bir ara uzlaşı üretebilir mi? Bekleyip göreceğiz…