Yıl 1925. Ülkede şapka devrimi yapılıyor, şapka milli başlık oluyor. Fakat haliyle ortada herkese yetecek kadar şapka yok. Kim ne bulursa hapsi boylamamak için mecburen kafasına geçiriyor. Türkiye karnaval yeri gibi. Kimilerinde kağıt şapkalar... Hatta mecburiyetten kadın şapkası takan erkekler bile var.
Yıl 1926. Diyanet işleri Başkanı şapkayla namaz kılınabileceğine dair fetva veriyor.
Yıl 1928. Yeni rejim tüm medreseleri kapatılınca İstanbul Üniversitesine bağlanan Süleymaniye Medresesi'nde bir İlahiyat fakültesi kuruluyor. Zaman mitsel teoriler eşliğinde 'aydınlanma' zamanı… Eskiye ait olan ve bizatihi eski olduğu için 'karanlık' sayılan her şeyden adım adım 'kurtulma' zamanı. Bahsi geçen bu İlahiyat Fakültesi, İslam'ı çağdaşlaştırmak için bir komisyon kurup, bir rapor hazırlıyor. Bu rapora göre aydınlanmak ve Batılılaşmak hiç de zor değil. Ancak elbette bunun bazı şartları var. İlk şart. Reformlar ibadet şekliyle ilgili yapılmalı. Yani camilere sıralar ve vestiyerler konulmalı. Halk camilere ayakkabılarıyla girmeli. İkinci şart. 'İbadet sekli' ile ilgili değişikliğe gidilmeli. İbadet dili Türkçe olmalı. Üçüncü şart. İbadet güzel ve etkileyici yapılmalı. Bunun için de şarkıcılar ve müzik bilgisi olan imamlar yetiştirilmeli, camilere müzik aletleri konulmalı, Dördüncü şart. 'İbadetin düşünce yönü' ile ilgili reformlar yapılmalı. Bunun için de 'matbu vaazlar' kaldırılarak, gerekli felsefe eğitimine sahip vaizlerce vaaz verilmesi sağlanmalı…
Yıl 1930. 29 İmam-hatip okulunun sayısı 2'ye düşmüş durumda.
Yıl 1931. Vakit Ramazan ayı. Önce imamlar Dolmabahçe'de toplanıyor; ardından Kadir gecesinde Ayasofya'dan ilk kez Türkçe dua sesleri yükseliyor, ilk Türkçe din merasimi gerçekleştiriliyor.
Yıl 1932. Ezan ve kamet Türkçeleştiriliyor.
Yıl 1935. CHP Siyasi Programında 'asırların sakat din telakkileri' ile mücadele için Halkevlerini görevlendiriyor.
1920'lerin ikinci yarısı ve 1930'lu yıllar Kemalizm'i anlamak açısından önemli bir laboratuvar. Ortada her şeyi laikliğe referansla anlamlandıran yeni bir sınıf ve bu sınıfın devleti ve kendini korumak refleksiyle ezdiği bir halk var. Seküler bir milliyetçilik yaratılarak, İslam'ın yerinin Türkçülükle doldurmaya çalışıldığı bir dönem. Türdeş, nizamlı, tek tip bir toplum yaratma idealiyle artıkça artan şiddetli bir 'öteki' alerjisi … Her reforma sirayet etmiş kaba bir materyalizm. Yukarıdan aşağıya gerçekleştirilen haliyle yapısal bir arıza taşıyan bir medenîleştirme projesi.
Geçtiğimiz hafta Diyarbakır Silvan'dan bir mağaraya gizlenmiş onlarca Kuran-ı Kerim, elifba, ilmihal ve mevlit metinleri ortaya çıktı. Tek parti döneminde 24 senelik Kuran okuma ve öğretme yasağı boyunca, köylüler dinle ilgili ne buldularsa gizlemişler bu mağaraya. Habere göre, toprağa gömülerek gizlenen dini kitapların sayısı da az değil.
Haberi okuyunca aklıma ilk yukarıda bahsettiğim 1928 yılında yayınlanan rapor geldi. Her ne kadar bu rapor tam anlamıyla uygulanamamış olsa da Kemalist devrimin kodlarını anlamak açısından önemli bir turnusol kâğıdı. Mete Tuncay'ın ifadesiyle bu dönem 'resmen ve alenen İslam'a cephe alınmasa da', dinin içeriğiyle oynanarak köylülüğün uzantısı olarak görülen İslam'ı, yeni bir forma sokmak yönünde bir politika izleniyor. işte, Batılılaştırılmaya ve Türkleştirilmeye çalışılan İslam'ın nüveleri böyle bir dönemde atılıyor. Devletin din üzerinde kontrolü anlamına gelen Türk tipi laikliğin temelleri bu döneme rastlıyor.
Bugün, dönemin uygulamalarını 80 yıl öteden bakarak şaşkınlıkla okumak, eleştirmek, anlamak yeni kimlik arayışımızda derdimize derman olacak tek şey. Kutsallaştırmadan ya da büsbütün karalamadan tartışılacak çok şey var.
Bu mesele üzerine yapılan her tartışma yeni kimlik inşasında önemli bir katkı olacak.
@PINARAKYASAN