Hep yazdım bu köşede...
Baharın geldiği bilinir.
Asla dalgınlığa gelmez, beklentisi zayıflamaz, zamanı atlanmaz.
Çünkü gelişi iple çekilir...
Çünkü sevgiliyi bekler gibi bir heyecanla beklenir...
Tek bir çiçeğin adını bile bilmeyen, ağaçları birbirinden ayırt edemeyen plaza çocukları bile içlerini sarıp sarmalayan coşkuyu tanırlar...
Fakat bu sefer bahar sanki gelmemiş gibi...
Zaten söyleyin bana...
Gazzeli çocukların acısını hangi bahar sevinci örtebilir?
Bugünlerin bizde uyandırdığı utancı aşabilir miyiz?
Ağaçlar mı?
Erken çiçeklendiler galiba...
Sonra yağmurlar, karlar az hırpalamadı hepsini ama itiraf edin, bunu dahi fark etmekte zorlandık, değil mi?
Başımızı kaldırıp doğru düzgün bakamadık o güzelim badem ağaçlarına falan...
***
Oysa nisan başından beri istedim ki, eski günlerdeki gibi bir "baharı karşılama" yazısı yazayım...***
Şu birkaç gündür kedim Temmuz'u ve onun baharı aşkla bekleyiş hâllerini seyretmeyi çok özlüyorum...
Bahar geldi mi, daha ortalık tam aydınlanmadan balkon kapısının önüne gider, sabırla nöbet tutmaya başlardı...
Kapıyı açtığım anda dünyalar onun olurdu.
Önce havayı, sonra sardunyaların yapraklarından gelen baharatlı kokuyu içine çeker, maydanozlara bıyıklarını sürter; ardından yastığının üzerine kurulup tüylerini yalayarak güneşin tatlı sıcaklığının tadını çıkartırdı.
***
NOT DEFTERİ
Bana derler ki "Öyle bir ver ki, sağ elin verdiğini sol elin görmesin, bilmesin." Ben de derim ki: Peki bu sağ elleriniz nasıl bu kadar meşhur oldu?.. (ŞULE GÜRBÜZ / Coşkuyla Ölmek)