Eski imparatorlar 'güçlü olan haklıdır' doktrinini yumuşatarak uygulardı. Meşruiyet kazanmak, desteklerini artırmak ve karşılarındaki direnişi kırmak için hırs, arzu ve hedeflerini etik ve ahlaki normlarla süslerdi.
Julius Sezar, Fransa ve Batı Avrupa'nın büyük bir bölümünü oluşturan Galya fethini bir uygarlaştırma misyonu olarak pazarlamıştı.
Napolyon da savaşlarını 'özgürlük mücadelesi' olarak satmıştı. İtalyan seferi öncesi askerlerine "İtalya halklarının özgürlüğü için savaşa gideceksiniz, onları tiranlarının zincirlerinden kurtarmak için..." diye seslenmişti.
1991'de Soğuk Savaş'ın bitiminden sonra kendini Yeni Roma ilan eden Amerika da 'özgürlük ve demokrasi' masalıyla işgallerini meşrulaştırmaya çalıştı. Ancak Donald Trump'ın gelişiyle bu söylem tarihe karıştı. ABD artık 'hukuka, adalete ve insani değerlere' değil sadece kaba güce dayalı bir retorikle hareket ediyor.
ABD Başkanı'nın gözünü diktiği Kanada, Ukrayna, Panama Kanalı, Grönland, Gazze ve Venezuela'ya yönelik mafyatik stratejisi fazla söze hacet bırakmıyor.
***
Kendini modern Sezar ve Napolyon gibi lanse etse de Trump realitede
kaybetmiş ve aşağılanmış bir ülke liderinin öfkesiyle hareket ediyor.
Bu nedenle bırakın diplomatik nezaket kurallarını en hafif ahlaki ve insani normları bile yok sayıyor.
Yoksa Şubat 2025'te bebek ve çocukların barbarca katledildiği
Gazze'yi 'Fransız Rivierası'na dönüştürmeyi önerebilir miydi?
Gazze'de vicdanları sızlatan acılara aldırış etmeden burada yaşamanın mümkün olmadığını belirterek
sağ kalanların da sürgün edilmesi gerektiğini savunabilir miydi? Aynı soğuk mantaliteyle ABD destekli İsrail-İran çatışmasını da
'okul bahçesindeki iki çocuğun kavgası' diyerek umursamadı.
Çünkü Trump'ın temel önceliği
ABD'nin giderek hızlanan hegemonik çöküşünü durdurmak.
Bu yüzden Napolyon'un
"Ülkesini kurtaran kişi hiçbir yasağı çiğnemez" sözündeki gibi ulusal ve uluslararası
yasaları tanımadığını söylüyor.
Nitekim 2020'de soykırımı, savaş suçlarını ve insanlığa karşı suçları araştıran Uluslararası Ceza Mahkemesi'ni (UCM)
'kanguru mahkemesi' ve 'gayrimeşru' olarak niteledi.
Gazze kasabı Netanyahu'yu savaş suçlusu ilan UCM'nin Başsavcısı ile dört yetkilisini yaptırım listesine ekledi. Ve son olarak da soykırımcı
Netanyahu'yu 'savaş kahramanı' ilan etti.
***
Böyle davranmasının en büyük nedenlerinden biri de kuşku yok ki
silah lobisi ile Yahudi lobisinin gücü. Haliyle Trump, Gazze'deki savunmasız masumları korumak yerine onları yok eden
vahşileri kutsayan çıkarcı bir 'ethos' ile hareket ediyor.
Güce tapınmanın en kiçleşmiş halini ise 2018'de bir askeri mezarlığı
ziyaret etmeyi reddederek sergiledi.
Savaşta ölen ABD askerlerini
'kaybedenler ve aptallar' diye nitelemişti.
Ona göre saygıyı hak etmiyorlardı. Yani güç sadece haklı olmanın değil aynı zamanda
doğrunun, ahlakın ve iyinin de tek ölçüsüydü artık.
Bu nedenle
Ukrayna'da kaybeden
Avrupa'yı aşağılıyor, Rusya'yı övüyor. Kritik kaynaklarını ele geçirmek için
Ukrayna'nın ABD askeri desteğine olan çaresizliğini hiç çekinmeden sömürüyor.
Hâsılı kelam, Trump'ın
Karayipler'deki askeri gösteriden Venezuela lideri Maduro'yu hedef alan çıkışlarına, ülke içinde Ulusal Muhafızları konuşlandırmasından göçmenlere, muhalefete ve resmi kurumlara kadar uzanan farklı alanlardaki
pejoratif sert söylem ile kaotik eylemleri aslında ABD'nin gücünden çok zayıflığından ve maruz kaldığı
hegemonik erozyondan kaynaklanıyor.
İşte bu yüzden Gazze'de barışı değil bir
Fransız Rivierası'nı hayal ediyor...