Suriye'de iki güç var. İlki akıntıya yön verenler. Diğeri de akıntıya karşı kürek çekenler. Türkiye'nin başını çektiği akıntıya yön veren aktörlere karşı İsrail'in başını çektiği güçler ise istikrar, barış ve güveni baltalamak için her tür kaotik projeyi devreye sokuyor.
Burada kuşku yok ki asıl sorun ABD'nin hâlâ tam olarak ne yapacağına karar ver(e)memesidir. Zira hem İsrail hem Suriye Demokratik Güçleri (SDG) hem de Ahmed Şara yönetimi üzerinde aynı derecede etkiye sahip tek aktör olan ABD yine de tek başına hareket edecek potansiyelden yoksun. Zira bu aktörlerin taleplerini sadece Türkiye ile uzlaşıya vararak koordine edebilmenin dışında başka bir reelpolitik seçeneğe sahip değil.
Bu nedenle Türkiye olmadan adım atamıyor. Ancak Türkiye ile tam teşekküllü şekilde hareket de edemiyor. ABD'nin ikircikli davranmasının nedeni kendi iradesizliği. İsrail faktörünü bahane göstermesi bu gerçeği perdelemeye yetmiyor.
Dolayısıyla ABD'nin küresel ve bölgesel stratejisini artık siyonist tandanslı olmaktan çıkarıp Türkiye merkezli bir rotaya sokmasının aciliyeti her geçen gün daha da artıyor. ABD zaman kaybettikçe büyüyen belirsizlik Suriye'deki yeni inşa sürecini de olumsuz etkiliyor.
***
ABD'nin kendine bağlı aktörleri uzlaştırmakta gönülsüz davranması bir bakıma
Türkiye'nin Suriye'deki hegemonyasını dengeleme arayışından kaynaklanıyor. Oysa Türkiye'ye karşı sahaya sürülen İsrail ile sahadaki varlığına göz yumulan SDG gibi yapılanmalar kısa, orta ve uzun vadede en çok ABD'ye kaybettirecektir.
Çünkü Türkiye bu bölgenin
tarihsel ve doğal hegemonu konumunda. Selçukluları
da göz önüne aldığımızda
800 yıldır bölgenin istikrar ve barış kalkanı bir aktör
olarak Türkiye'nin yok sayılması çabası abesle
iştigalden öte bir şey değil. Nitekim öyle olduğu
da görüldü. 2011'den 2024'e kadar süren
iç savaşta
Türkiye dışındaki hiçbir güç Suriye'de akan kanı durduramadı.
Şimdi
Dürziler, Aleviler, Kürtler ve bazı Hıristiyan unsurlar üzerinden
Suriye'deki
emperyal çıkarlarını sürdürmenin
hesabı içindeki bütün harici güçlerin
en büyük korkusu Türkiye'nin yükselen hegemonyasıdır.
Yani
devletten medeniyete doğru ilerleyişidir.
Unutmayalım ki Türkiye'nin
kadim stratejik coğrafyasına dönüşü sadece İsrail'i
korkutmuyor. Bizimle yakın müttefik görüntüsüne
özel itina gösteren
ABD dâhil birçok Batılı ve Doğulu mahfilde derin endişelere
yol açıyor.
Türkiye'nin
"tek devlet ve tek ordu" stratejisine karşı Suriye'deki yerel unsurların
ileri sürdüğü ayrılıkçı talepler bu bağlamda
emperyal güçlerin kaotik manivelasına hizmetten
başka bir işleve yaramayacaktır.
***
Şurası açık ki
Batılı reçetelerin Suriye'de çözüm ve uzlaşı sağlaması bu bölgenin jeopolitik doğasına aykırı.
Tek çözüm yolu var. O da
Osmanlı ve Selçuklu evrenselliğine dayanan kozmolojidir.
Türkiye'nin temsil ettiği bu
stratejik asabiye dışındaki bütün
siyasi paradigmalar, kaos ve parçalanmaktan başka bir sonuç üretmeyecektir.
Hâliyle çok katmanlı, çok kültürlü, çok dinli ve çok aktörlü Suriye'nin geleceğine hiçbir yerel, bölgesel ve küresel aktörün yön verme şansı, imkân ve kabiliyeti yok. Amerika,
2015'lerde yanına Rusya ve İran'ı da almasına rağmen bunu başaramadı. Böylece Suriye'de Türkiye'nin vârisi olduğu asabiyenin "by-pass" edilemeyeceğini Batılı ve Doğulu aktörler bir kez daha yakından tecrübe etti.
Hâliyle Suriye'nin geleceğine jeopolitik aktörlerden ziyade
Osmanlı ve Selçuklu evrenselliğinden feyiz alan fikir manzumesi yön verecektir. Bu fikriyatın en güçlü temsilcisi ise Türkiye. Dolayısıyla ayrıntılara takılanlar büyük resmi yine göremeyecek ve yine kaybedecek. Yol yakınken herkesin özellikle de
Suriyeli Kürtlerin, Türkiye trenine binmesinde sonsuz faydalar var. Zira kimsenin bir yüzyılı daha kaybedecek lüksü artık yok.