Türkiye'nin en iyi haber sitesi
ERHAN AFYONCU

129 yıl önce faciayla başlayan dostluk

Türk-Japon dostluğunun ilk adımları, tarihimizin en büyük deniz felaketlerinden biri olan Ertuğrul Fırkateyni Faciası’nın ardından atıldı

Tam 130 yıl önce 15 Eylül 1890'da Japonya'da Ertuğrul Fırkateyni'nin battığı olay tarihimizdeki en büyük deniz felaketlerindendir.
Bu facia büyük üzüntüye sebep olurken aynı zamanda Türk-Japon dostluğu da başlamıştı.
Japonlar, 19. yüzyılın ortalarından itibaren ABD ve Avrupa'nın baskısıyla karşılaşınca bu durumdan çıkış yolları aramaya başladılar. 1871'de Fukuçi Geniçiro'yu Türkiye'nin durumunu tespit ettirmek üzere gönderdiler. 1875'te Dışişleri Bakanı Munenori Başbakan Sanetomi'ye "Türkler gayri Hıristiyan batı milleti olarak Avrupalılar ile diplomatik ilişkilerde bulunuyorlar. Bu bakımdan Japonlara benziyorlar. Biz de onlardan çok şeyler öğrenebiliriz. Dolayısıyla onlar ile diplomatik ilişkileri açarsak bizim için faydalı olacak" demişti. Bu konuşmadan sonra İngiltere'deki Japon ve Türk elçileri arasında bir görüşme oldu.
Yaptıkları değerlendirmeler sonucunda Osmanlı Devleti'yle ilişki kurmayı faydalı bulan Japon yönetiminin gönderdiği heyet 1881'in ocak ayında İstanbul'a ulaştı.
Dışişleri müşaviri Yoshida Masaharu İstanbul'u ziyaret ederek, padişahla görüştü.
O sırada sömürgeci ve emperyalist Avrupa'ya karşı bir denge arayışı içinde olan İkinci Abdülhamid de gözünü Güney ve Güneydoğu Asya'ya çevirmişti.

JAPONYA SEYAHATİ
1887'de Avrupa seyahatine çıkan Prens Komatsu İstanbul'a uğradı ve Sultan Abdülhamid ile imparatorun gönderdiği en şerefli nişanı (Kikuka-Daijusho) takdim etti. Osmanlı yönetimi, hem bu seyahate karşılık vermek, hem de iki ülke ilişkilerini üst düzeye çıkarmak ve Bahriye Mektebi'ni bitiren genç denizci subaylara açık deniz eğitimi vermek için Ertuğrul gemisini Japonya'ya göndermeye karar verdi. Türkiye'nin önde gelen tarihçilerinden Vahdettin Engin'in bu konuyla ilgili bir araştırmasından bu seyahati aktarıyoruz.
Albay Osman Bey komutasında 600'den fazla personele sahip Ertuğrul Fırkateyni 14 Temmuz 1889'da İstanbul'dan hareket etti. Ertuğrul Fırkateyni, yaklaşık 25 yıl önce Tersane-i Amire'de yapılarak Osmanlı donanmasına katılmış, 79 metre boyunda, 15,5 metre genişliğinde, 10 mil sürat yapabilen bir gemiydi. 27 Temmuz'da Süveyş Kanalı'nı geçerken kuma oturdu ve dümeni kırıldı. Fırkateyn tamir için havuza alındı ve bu arada başka bir gemiyle nişan ve hediyelerin üst düzey subaylarla gönderilmesi düşünüldü. Ancak tamerin kısa sürede bitmesi üzerine yola çıkan gemimiz bir kaza daha geçirdi. 7 Ekim'de Aden'e, 20 Ekim'de Bombay'a, vardı. Yol boyunca Müslümanlar Ertuğrul Fırkateyni'ni büyük bir coşkuyla karşılıyorlardı. Karaya çıkan Osmanlı denizcileri halkla birlikte Cuma namazı kılıyorlardı. Bombay'da 100 binden fazla kişi gemiyi ziyaret etmiş, bölge Müslümanları üzerinde Ertuğrul'un ziyareti büyük tesir bırakmıştı. Nitekim İkinci Abdülhamid'in bu seferden bir amacı da İslam halifesinin görünürlüğünü artırmak içindi. 28 Kasım'da Singapur'a vardı ve uygun havayı yakalamak için burada dört ay kaldı. Singapur'dayken Sumatra ve Cava gibi bölgelerin Müslümanları gemiye gelerek fırkateyn komutanına durumlarını anlatmışlardı. Singapur'dayken gemi komutanı amiraliğe terfi ettirilmişti. Yolda 13 kişi koleradan vefat etmişti.
22 Mayıs 1890'da Japonya'ya varan gemi burada da aynı büyük ilgi ile karşılandı.

Bir taraftan toplar atılırken bir taraftan da binlerce Japon'un tezahürat yapıyordu.
Yolda amiral olan Osman Paşa 13 Haziran'da imparatorun huzuruna çıkıp, padişahın mektubunu ve gönderdiği nişanı takdim etti. Gerekli temaslar yapıldıktan sonra dönüş yolculuğu başladı.
Japonya'da üç ay kadar kalan Ertuğrul Fırkateyni 14 Eylül 1890'da Yokohama'dan hareket etti. Osman amiral yola çıkmadan önce Japon yetkililere, "Ertuğrul'un makinesi iyi halde olmadığı için şiddetli bir fırtınaya dayanamayacağından korkmaktayım. Ekim'in ortalarına kadar Japonya'da kalır isek o zamanlar Japon ve Çin sularında fırtınalar kesilmiş olacağından makineye lüzum kalmaksızın yelken ile gidebileceğimi ümit ediyorum" demiş, ancak bazı erlerin koleraya yakalanmış olmasından dolayı hareketini öne almıştı. Ertuğrul Fırkateyni dönüş yolundayken fırtınaya yakalandı. Gemimiz fırtınaya mukavemet edemeyerek 16 Eylül 1890'da Kii Yarımadası'nın güney ucunda yer alan Wakayama iline bağlı Kaşinozaki burnunun açıklarında kayalara çarparak battı. Gemi komutanıyla beraber 527 kişi şehit oldu. Kazadan yaralı olarak kurtulabilen 6'sı subay 63'ü tayfa 69 kişiye ise fener işçileri ve köylüler ilk yardımda bulundular.
Yaralılara Alman savaş gemisi Wolf ve Japon gemisi Buci Maru ulaşmıştı. Durum Japon yetkililerce ancak 18 Eylül'de öğrenilebildi.
Kaza haberi bundan sonra ajanslar aracılığı ile dünyaya duyuruldu.

JAPONYA SEFERBER OLDU
Alman Savaş gemisi Wolf, 21 Eylül'de yaralıları Kobe'ye ulaştırdı. Yaralılar Japon hükümeti tarafından hazırlanmış hastanede ve bizzat imparatorun gönderdiği doktorlar tarafından tedavi altına alındılar. Ertuğrul kazazedeleri Japonların yakın ilgisi ile tedavi edildiler. Kongo ile Hiyei adlı iki Japon kruvazörü 10 Ekim 1890 tarihinde beraberinde kazadan kurtulan 69 denizcimizle Japonya'dan hareket ettiler. 2 Ocak 1891'de İstanbul'a ulaştılar. Japon gemileri İstanbul'da çok parlak ve samimi gösterilerle karşılandılar. Sultan İkinci Abdülhamid gemi kumandanlarını huzuruna kabul edip iltifat etti ve kendilerini nişan ile ödüllendirdi. Türk-Japon dostluğunun ilk adımları atılmıştı.

BİR DENİZCİMIZİN GÖZÜNDEN ERTUĞRUL FACİASI
Gemıde bulunan Bartınlı Ahmet Erkiş 1937'de kendisiyle yapılan bir röportajda faciayı şöyle anlatmıştı:
"Hareketimizden bir gün sonra dehşetli bir fırtına koptu, kara görünmüyor, denizin üstünde bizden başka gemi yok, saman çöpü gibi sallanıyoruz.
Dağ gibi müthiş bir dalga geminin üzerine çöktü, arkadan başkaları geldi. Mürettebatta kargaşalık; gemi de su almağa başladı. Gemicilerimiz, arkadaşlar halatlara tırmanmağa başladılar. Fakat dağ gibi dalgalar direkleri aşıyordu. Bu sırada korkunç bir çatırtı duyuldu. Gemi bir kayaya çarpmıştı.
Denize düştüm, bir tahta parçasına sarıldım, dalga beni dibe sürükledi. Boğulmak üzere iken nasıl olduğunu anlamadan kendimi bir kayanın üstünde buldum, kurtulmuştum. Çıldırmış denizin ortasında aynı kaya üstünde yanımda bir kaç arkadaşım daha vardı. Sevinçten hep beraber hüngür hüngür ağlıyorduk.
Yakında bir deniz feneri gözümüze ilişti. Kendini kurtarabilen öbür arkadaşların sığındığı bu fenerin çevresine bin bir tehlike ve zorlukla canımızı atabildik.
Yetmiş kişi kadardık. Bu adacıkta çıplak, aç, bir damla içecek susuz yaşadık. Ümidimizi kesmedik, nihayet bir gemi gördük. Bir Alman gemisi imiş, yanaştı, bizi aldı, hastanesi olan bir limana götürdü.
Yetmiş gün orada tedavi edildik."

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA