Türkiye'nin en iyi haber sitesi
YÜKSEL AYTUĞ

Dikkat! Kırılacak eşya (!)

Adı Muna El Debice'ydi. Sadece 4 yaşındaydı. Gazze'nin masum, mazlum ve mahkum çocuklarından biriydi. Evi İsrail bombası ile vuruldu. Yakınları, minicik vücudunun parçalarını etraftan toplayıp bir kutuya koydular, tabut niyetine...
Fotoğrafa bakıp bakıp durdum. Kutunun üzerinde "Kırılacak Eşya" işareti vardı...

Eşyaları bile kırmaktan sakınan insanlığın "kırılma noktası" idi bu fotoğraf bana göre. Şımarık İsrail çocuğunun kırdığı bir oyuncak bebek değildi oysa küçük Muna... Çocuğunun kırdığı bebeğin parçalarını toplayıp tekrar oyuncak kutusuna koyan anneler değildi cenazeyi sırtlayan o acılı insanlar...
Gazze'de ateşkes olmuş... Ne çare?.. 20 bin kanlı canlı bebek kırıldıktan sonra...

Dublörüm olur musun Russell Crowe?
Eski bir dostumdan şöyle bir mesaj aldım: "Sleeping Dogs'u izledim. Başına bere takmış Yüksel Aytuğ'u izliyorum sandım. İzlemediyseniz şayet öneririm. Sadece bunun için bile izlenir."
Merak edip filmi seyretmeye koyuldum. Ne yalan söyleyeyim, biraz korktum ve ilk 5 dakikasından sonrasını izleyemedim.

Russell Crowe ile benzerliğimiz sadece fiziksel değildi. Kendisiyle yaşıttık ve filmde de Alzheimer tedavisi gören bir adamı oynuyordu. Babam ve annemin son yılları bu amansız hastalığın pençesinde geçmişti. Yani genetik açıdan ben de potansiyel bir Alzheimer hastasıydım. Bu nedenle adını bile hatırlamak için aynaya yazan ikizimi seyretmeye daha fazla dayanamadım.
Neyse, enseyi karartmayayım. Bu arada bana benzemek için 4 estetik ameliyatı geçiren (!) Russell kardeşim eğer çok isterse tehlikeli sahnelerde dublörlüğümü yapabilir... (Ah şu benim mütevazılığım)
Bu arada fotoğraflarda hiçbir efekt kullanılmadığını da belirteyim.

Bir zamanlar magazin
Fotoğraf 1974 yılından... O dönem Yeşilçam'ın en gözde aktörlerinden Ekrem Bora, yine o dönemin en gözde otomobillerinden son model 115 kasa Mercedes'ini hırsızlığa önlem olarak evinin önündeki ağaca bağlıyormuş...

80'li, 90'lı yıllarda muhabirlik yapan biri olarak bu görüntünün eski deyimle "mizansen", yeni adıyla "kurgu" olduğundan adım gibi eminim.
Çünkü o zamanlar magazin muhabirliği, gece kulübü önlerinde beklemekten ibaret değildi. Bizim müdürlerimiz öyle ayak üstü yapılan birbirinin kopyası röportajları haberden saymazlardı. Röportajın da, onu destekleyen fotoğrafın da hem özgün hem de bir temaya sahip olması gerekirdi. Bunun için de hayal gücümüzü çok çalıştırır, zaman zaman da yukarıdaki gibi işin suyunu çıkarırdık. Ama hem yaptığımız işten keyif alır hem de okura keyif verirdik.
"Hey gidi günler..." ya da "Bizim zamanımızda..." diye söze başlayan klasik dede formuna girmeden yazıyı burada noktalama vaktidir.

Gaf kürsüsü
Zahide Yetiş, canlı yayında eşi tarafından saldırıya uğrayan Mehmet A.'ya, eşinin olduğu öne sürülen cinsel içerikli görüntüleri izletince tepki çekti.

Zap'tiye
Bülent Ersoy "Cenazeme kimse gelmesin, ben kendim giderim" demişti. Kutsal Damacana'daki zombi hallerinden sonra kimse gelmez zaten...

Ne demiş?
"Kendi yaptığım işleri bile seyredemiyordum, uykum geliyordu. Hatırla Sevgili mesela, bitmiyordu ki..." (Lale Mansur'un Gökay Kalaycıoğlu'na verdiği röportajdan)

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA