Avrupa'da gelecek kaygısı giderek yükseliyor. Trump'ın yeni Ulusal Güvenlik Strateji belgesinde, Avrupa kendi savunma yükünün sorumluluğunu almayan, riskleri ABD'ye devreden bir "güvenlik tüketicisi" olarak konumlandırıldı. ABD'nin küresel rekabet stratejisini zorlaştıran hantal ve yaşlı bir kıta olarak resmedildi.
Aslında bu bakış açısı yeni değil. Trump ve ekibi, uzun süredir benzer düşünceleri tekrar ediyorlardı. Ama artık bu düşünceler resmi bir strateji belgesine dönüştürüldü. Avrupa, transatlantik ilişkilerdeki bu çatlağı konjonktürel bir dalgalanma değil, geri dönüşü olmayan bir ayrışma olarak görüyor.
Örneğin, geçtiğimiz günlerde Almanya Başbakanı Friedrich Merz'in, "Pax Americana hem Almanya hem de Avrupa için bitmiştir" açıklaması geçici bir Trump eleştirisi değil. Bu, Almanya ve Avrupa'nın zihinsel, stratejik ve kurumsal değişimin eşiğinde olduğunun zorunlu ilanıdır.
Merz, Avrupalıların "Transatlantik müttefikleriyle ilişkilerinin kökten değişimine" hazırlıklı olması gerektiğini ve "bunun Trump dönemi ile sınırlı olmadığını" özellikle vurgulaması dikkat çekiciydi. Trump döneminin bir istisna olarak görülmemesi gerektiği, ABD'nin yeni Ulusal Güvenlik Stratejisi belgesi ile somutlaştı.
Almanya Başbakanının aynı açıklamasında, Trump'ın söylemlerinden rahatsızlığını izhar eden şöyle bir ifade de vardı: "Amerikalıların şimdi Avrupa'da demokrasiyi kurtarmak istemeleri bana gereksiz geliyor, Eğer kurtarılması gerekiyorsa, bunu tek başımıza hallederiz."
Avrupa'nın merkeze yakın siyasi elitleri, Trump'ın MAGA hareketinin dünya görüşünü Avrupa'ya yayma açıklamalarından epey bir süredir rahatsızlardı. Yani çatlak sadece güvenlik ve savunma alanı ile sınırlı değil. Aynı zamanda ideolojik ayrışma ve kültür savaşı üzerinden de sürüyor. Bu bakış açısı da yeni Ulusal Güvenlik Strateji belgesine girdi. Doğrudan ilgili olmamakla birlikte, ABD'nin liderliğinde kurulan Pax Silica'nın kıta Avrupası ülkelerini dışlaması bir tesadüf olmaktan ziyade teknoloji merkezli küresel kutuplaşmada Washington'un pozisyonunu gösterir nitelikte.
Trump ve ekibi açıkça, kendi dünya görüşüne yakın aşırı sağ partilerin Avrupa'da iktidara gelmesini istiyor. Kendisi ile uyumlu olmadığını düşündüğü siyasetçilerin de denklem dışı kalmasına uğraşıyor. Aşırı siyasetlerin güçlenmesi de Avrupa müesses nizamını doğal olarak rahatsız ediyor.
Avrupa'nın bu yeni hakikatlerle yüzleşmesi, Türkiye açısından iki yönlü bir öneme haiz. İlki, Avrupa, son on yıllık dönemde, güvenlik riskleri ile mücadele ederken, devreye alınan koruyucu tedbirleri eleştirerek Türkiye'ye haksızlık yaptı. Üstenci bir dil ile demokrasinin ölçüsünü koyan ve bu ölçüyü denetleyen bir konumla hareket etti. Türkiye'nin güvenliğini tahkim etmek için aldığı önlemleri tali bir unsur olarak gördü. Şimdi aynısı ABD tarafından kendisine yapılınca doğal olarak rahatsızlıklarını dile getiriyorlar.
Almanya ve Avrupa sert jeopolitik gerçekliklerle yüzleşince, Türkiye'ye yönelik tutumunu değiştirmek zorunda kalıyor. Son dönemdeki yapılan açıklamalarda, Türkiye'nin iç meselelerine odaklanan bakış açısı yerini, pozitif bir ajandaya bırakmış durumda. Değerlendirmelerde Türkiye'nin Avrupa'nın geleceğinde kilit önemi daha fazla vurgulanıyor. Avrupa'nın gelecek kaygısında Türkiye'ye yönelik değişen tutumu, Ankara açısından ilişkileri rasyonel boyuta taşıyacak bir imkân sunuyor.
İkincisi ise, ABD ile arasındaki çatlak büyüdükçe, Avrupa'nın "stratejik özerklik" arayışında Türkiye'nin önemi daha fazla hissediliyor. Bu yeni ajanda da, güvenlik, savunma sanayii işbirliği, enerji arz güvenliği, ulaştırma ve tedarik zincirleri, Ortadoğu ve Karadeniz'de kriz diplomasisi gibi somut ve karşılıklı fayda üreten konular konuşuluyor.
Türkiye'nin askeri kapasitesi, diplomatik ağırlığı ve kriz yönetimindeki deneyimi olmadan, Avrupa'nın "stratejik özerklik" hedefine ulaşmasının zor olduğu açıkça dile getiriliyor. Artık Türkiye'nin "imtiyazlık ortaklık" gibi önerilerle ikna edilemeyeceğini de biliyorlar.
Kırılganlıklar sürerken, Avrupa'nın kendi güvenlik mimarisini Türkiye'yi dışlayarak inşa edilebilir mi sorusu önümüzdeki dönemde daha fazla tartışılacak. Türkiye'ye duyulan ihtiyaç daha fazla görünür hale gelecek.
Bu tartışmalar üzerinden Avrupa'nın yaklaşımında öne çıkan pozitif ajanda, Türkiye'nin AB ile ilişkilerinde yeni bir ivme yakalamasını doğurabilir. Ancak Avrupa'nın bunun farkında olduğunu söylemek mümkün değil. Bu durum devam ederse de Ankara'nın Avrupa ile ilişkilerinde yeni bir stratejik çerçeve inşa etmek için yoğun bir arayışta olabilir. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın son birkaç açıklamasında bunun işaretlerini görüyoruz.