PYD-YPG/SDG, yeni Şam yönetimine entegre olmamak için bahane üretmeye devam ediyor. 10 Mart Mutabakatı'nın süresi doluyor. Söz konusu mutabakatta 2025 sonuna kadar 8 maddelik şartları taraflar yerine getirecekti. Yıl sonuna yaklaşıldı. Ancak, SDG mutabakata uymaya ve Şam'a entegrasyona yanaşmıyor.
Son günlerde, terör örgütü elebaşı Öcalan'ın açıklamaları üzerinden DEM Partililer, SDG'nin entegrasyon konusunda ayak diremesine ilişkin yeni bir bahane ürettiler.
Özellikle Öcalan ile görüşmenin içeriği çok maksatlı olarak bulanıklaştırılmaya çalışılıyor. Süreç, bu bulanıklaştırma siyaseti ile zora sokuluyor.
DEM Parti'nin İmralı'da Öcalan'la görüşen milletvekili medyaya verdiği röportajda "Suriye'de sistem yine bir diktatörlüğe dönüşecekse Kürt güçleri bunun bir parçası olmayacaktır; Öcalan'ın demek istediği bu" minvalinde açıklamalar yaptı.
"Kişi kendinden bilir işi" diye bir özlü söz var. Bir insan başkalarını değerlendirirken, kendi karakterini, düşünce tarzını ve niyetlerini ölçü olarak almasını ifade eder.
PYD-YPG terör örgütü ve destekçilerinin "ya Şara diktatörlüğe giderse" açıklamalarına karşı, savaş sonrası Suriye'nin kuzeyinde yaşananları hatırlatmak gerekir.
PYD-YPG, iç savaş başlayınca, fırsattan istifade, önce Baas rejimiyle işbirliğine gitti. Ardından, kendisinden olmayan tüm Kürt partilerini ve oluşumlarını etkisizleştirdi. Batı'dan elde ettiği silah desteğini, yine kendinden olmayan tüm etnik ve dini yapıları yerinden etmek için kullandı. Baskı ve silahla, sözde kantonlar kurarak demografiyi değiştirdi. Suriye halkının tümünün malı olan, petrol işletmelerini ve varlıklarını kendi hâkimiyetine aldı. Gelirleri ile halka baskı yaptı.
Yani PYD ve türevlerinin bu konudaki sicili kabarık. Şu anda kapsayıcılık, demokrasi, haklar gibi sözcükleri bolca kullansa da, şu anda SDG'nin kontrol ettiği sözde kantonlarda bunların hiçbiri yoktur.
Bunları yapan ve yapmaya devam eden bir örgüt, başkalarının da Suriye'de gücü ele geçirince kendisi gibi yapacağını düşünmesi normal. Gerçekten de Suriye'nin tamamını SDG ele geçirse, kuzeyde yaptıklarının daha fazlasını yapar. Bir an önce yeni bir Baas diktatörlüğü kurmak için eyleme başlar.
Türkiye, eski rejim döneminde Suriyeli Kürtlerin haklarının verilmesi için Esad'a ne söylediyse, yeni yönetime de aynı telkini yapmaktadır. Suriye'de yönetim değişikliğinin ilk gününden itibaren yeni yönetime eşit vatandaşlık temelinde, tüm etnik ve dini unsurların yönetime katıldığı, haklarının korunduğu bir devlet düzenini önermekte, bu konuda üzerine düşeni yapmaktadır.
Suriye'de "Şara diktatörlüğe gidebilir, dolayısıyla silah bırakmayalım" demek sahanın gerçekliği ile uyumlu değil. Suriye'de güvenlik ve istikrarın bir an önce sağlanmasıyla, kapsayıcı bir yönetim talebinin daha da derinleşmesi ve somutlaşması beklenir. İstikrarın sağlanmasıyla yeni yönetime bir an önce demokrasiye geçmesi için baskılar meşru olur.
İsrail'in Suriye'deki "istikrarsızlaştırma politikalarını" destekleyerek Suriye'ye demokrasi geleceğini zannetmek zaten baştan sakattır. SDG, yeni yönetimin birlik sağlama çabalarına engel oluşturarak; aslında eşit vatandaşlık temelinde, tüm etnik ve dini unsurların yönetime katıldığı, haklarının korunduğu bir yönetime geçiş sürecini kendisi sabote etmektedir. Aynı zamanda da Türkiye'nin "terörsüz Türkiye" ve "terörsüz bölge" hedefinin de önünde engel olmaya devam etmektedir.