Türkiye'nin en iyi haber sitesi
MAHMUT ÖVÜR

AK Parti’deki değişimin anlamı

AK Parti'nin 2. Olağanüstü Büyük Kongresi'ni geride bırakırken, gözler Merkez Yürütme Kurulu'na ve yeni kabineye çevrildi. Kongrede "yeni dönem" sinyali genel başkan değişiminden çok Merkez Karar Yönetim Kurulu'ndaki (MKYK) yüzde 50'ye varan değişimle verildi.
Bu değişim başkanlığa giden yolun açılacağının açık işareti olarak yorumlandı. Bir anlamda parti yönetimiyle hükümet birkaç isim dışında tamamen ayrıldı. Aslında bunun daha radikal hayata geçirileceğini söyleyenler ve bekleyenler de var. Yani hiçbir bakanın yer almadığı bir parti yönetimi...
Ama bu kez, geçiş süreci denilerek "birkaç bakan" adayıyla yetinildi. Belki bir adım sonra "genel başkan- başkan" ayrımı gelir. Bir anlamda sistem değişikliği "gösterilerek" gerçekleştirilecek. Yeni bakanlar kurulunda da "yeni" dönemin ruhuna uygun çok sayıda değişim bekleniyor. Hatta birkaç sürprizden de söz ediliyor.
MKYK'ya girenlerden birkaç kişi dışında bakan yapılmayacağı, girmeyen bakanların önemli bir kısmının ise bakanlıklarının devam edeceği konuşuluyor. Bakanlar arasında ilginç yer değiştirmeler de bekleniyor. Kulislerde Ömer Çelik, Recep Akdağ, Mustafa Şentop, Mehmet Özhaseki, Ahmet Arslan ve Celalettin Güvenç ismi en çok geçenler arasında.

Yüzyıllık tarihi yürüyüş
AK Parti kongresindeki siyasi hava üzerine çok şey yazılıp söylendi. En talihsizi ve kuşkusuz siyaset dışı olanı da kongrede Cumhurbaşkanı Erdoğan'la partisi arasındaki ilişkinin kopmadığına sık vurgu yapılmasının "tek adamlığa" gidiş olarak yorumlanması.
Bu yaklaşım, sadece son dönemde Cumhurbaşkanı Erdoğan karşıtlığıyla oluşmuş bir önyargıdan kaynaklanmıyor, geçmişi bir hayli gerilere uzanıyor. Başkanlık sisteminin iyiliği veya kötülüğüyle de ilgisi yok. Bu bir siyasi tercih ve "Ülkeyi kim yönetecek?" sorusuna verilen cevapla ilgili...

Millet mi, elitler mi?
Bu hesaplaşma 1924'ten bu yana sürüyor. Milli Mücadele'nin önemli komutanlarınca kurulan Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası da daha sonra kurulan Serbest Cumhuriyet Fırkası da aynı kaderi paylaştı. Kurulmalarıyla kapanmaları bir oldu.
Halk, 14 Mayıs 1950'de sandıklara döküldü, DP iktidar oldu ama onun da ömrü ancak 10 yıl sürdü. 1965'te de o çizginin devamı olan Demirel tercih edildi. O da 12 Mart'la durduruldu. Tabii halk sadece "merkez sağcıları" tercih etmedi. Bürokrasiye karşı halkı temsil ettiğini düşündüğü "Sosyal Demokrat" Bülent Ecevitli CHP'yi bile önce 1973'te sonra da 1977'de birinci parti yaptı.
Ama bu tercihi de, onun, darbecilerden ve bürokratik oligarşiden kurtulmasının önünü açmadı. Hatta 1980'de yeni bir askeri darbeyle önü kesildi. Ama o darbecilere rağmen halk ilk fırsatta iradesini hâkim kılacak Özal'ı seçti. Hiç arayışından vazgeçmedi.
O çizgiyi bugün çok daha net biçimde Cumhurbaşkanı Erdoğan temsil ediyor ve vesayet sistemini açık açık değiştireceğini söylüyor. Erdoğan'a ve siyasi sistemin değiştirilmesine karşı yürütülen bütün karşı kampanyalar da hiç değişmedi. Sadece yakın tarihimizde "başkanlık sistemi"yle ilgili tartışmalar bile bunu göstermeye yetiyor. Başkanlık sistemi isteyen Özal için o gün ne söylendiyse bugün aynı şey cumhurbaşkanı Erdoğan'a söyleniyor. "Tek Parti" veya "diktatör" iddiası dillerden düşmüyor. Ne sisteme alternatif öneriden söz ediliyor ne de içeriği tartışılıyor. Halk bu gerçeği gördüğü için o iddialara, ithamlara değil, ana eksendeki doğru yürüyüşe bakıyor ve ona destek veriyor. AK Parti kongresi bu tarihi yürüyüşün bugünkü versiyonu olduğu için kitlesel heyecan ve coşkuya sahne oluyor. O yürüyüş tamamlanana kadar da bu heyecan sürecek.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA