Türkiye'nin en iyi haber sitesi
AHMET ÖRS

Umutsuzluk, tek düşman

Bir süredir ciddi moral çöküntüsü içindeyim; doğrusu yazı yazmak da, televizyon izlemek, gazete, kitap okumak da içimden gelmiyor. Yazmakta olduğum konuların da anlamını yitirdiğini düşünüyor, buralardan uzaklaşmak istiyorum. Bir an düşünceye dalıp geçmişte kısa bir yolculuğa çıktım. Kentin ana caddelerinin bile toz topraktan geçilmediği, değil parklar ve yol kenarlarının, sayılı futbol sahalarının bile yeşillikten nasibini almadıkları günlere geri gittim. Esnaf lokantaları dışında koca İstanbul'da günümüz standartlarında 'restoran' sıfatını hak eden mekanları anılarımda canlandırdım. Sayıları bir elin parmaklarını bile bulmuyordu. Üniversiteye girdiğim yıl İstanbul'da Hilton ve Çınar otelleri dışında günümüz turistlerini tatmin edebilecek bir konaklama tesisi yoktu. O günlerde koca kente sayıları sadece iki olan kampinglerden Ataköy'dekinde çalışmıştım. Buraya, çadırları çağdaş olmadığı gerekçesiyle Türkler kabul edilmezdi. Hatırlarım, çok eskiye gitmeye gerek yok; yakın geçmişe dek ünlü sanatçılar, dünya çapında grupların Avrupa turneleri Atina'da sonlanır, hiçbiri ülkemize kadar gelmeye tenezzül etmezlerdi. Daha eskilere gittiğimde, delikanlılık yıllarımda Türkiye, bir içki Kerbelası'ydı. Alkollü içkiler, Tekel'in tekelindeydi ve en kalitesiz içkiler üretilirdi. Yabancı içkilerin ithali ise yasaktı ve kaçakçıların elindeydi. Karaborsa viski şişelerinin dibi, dişçi matkabıyla delinip alkol alındıktan sonra yerine çay enjekte edilir, delik balmumuyla tıkanırdı. Bu karaborsacı tuzağına düşenler arasında benim yakınlarım da vardı. Yeme içme sanatı emekleme dönemini yaşadığı için gastronomi konusunda yazı yazan gazeteci de yoktu. Batılı anlamda ilk yeme içme yazılarını 1980'li yıllarda rahmetli arkadaşım Tuğrul Şavkay yazmaya başladı. Yine yeme içme konularında ilk dergiler bu dönemde yayın hayatına atıldı. Gazetecilik hayatımın en aktif dönemlerini yaşadığım yıllarda tiryakisi olduğum Samsun sigarası bile ortalıktan kaybolduğu için Tekel'in İstanbul müdüründen yardım rica etmiştim. Bugünkü kuşaklar bilmezler, iki kalıp Sana yağı için bile aile bireyleri kuyruklarda saatlerce beklerdi. Ne kadar yol kat etmişiz meğer...

NEREDEN NEREYE GELDİK?
Çağdaşlaşma süreci öylesine yavaş gerçekleşti ki, nereden nereye geldiğimizi fark bile etmedik. Bugün her köşede, dünyanın belli başlı mutfaklarının uzantıları bizleri bekliyor. Bütün gazeteler yalnız yemek kültürüyle ilgili değil, sayısız restoran arasında doğru tercih yapmayı kolaylaştıracak restoran tanıtım yazılarıyla dolu. Son yıllarda Avrupa turnesine çıkıp da İstanbul'a uğramayan sanatçı yok gibi... Restoranlar, tüm uluslararası otel zincirlerinin şubeleri dolup taşıyor. İstanbul artık bir dünya markası. Duydum ki, bu yaz yabancı sanatçıların hemen bütün konserleri iptal edilmiş. Gittiğimde görüyorum, bu mevsimde normal olarak dolup boşalması gereken restoranlar, sinek avlıyor. Otelci dostlarımdan da benzer karamsar haberler alıyorum. Silkinip üzerimdeki ölü toprağını attım. Umutsuzluk, karamsarlık bizi, bu cennet kentimizi, ülkemizi mahvedecek tek düşman. O zaman yaptığım iş, yazdığım konular bir anda yeniden anlam kazandı. İçim yeniden yaşam sevinciyle doldu. Yapacak, hakkında yazı yazacağım pek çok şey olduğunu fark ettim. Umarım bu duygularımı sizlere kadar ulaştırabilirim. Biz bu edinimlere kolay sahip olmadık, yitirmemeliyiz.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA