Türkiye'nin en iyi haber sitesi
HINCAL'IN YERİ HINCAL ULUÇ

“Dolmanın gücü adına!”

Efendim dün dedik ya, "Koronavirüs önlemleri, hafta sonu için yapılan tüm sosyal programları iptal ettirdi. Koronofobik adı altında, "Agorafobik/ Alan Korkusu" olduk. Kendimizi eve hapsettik. O zaman yapacak en iyi şey okumak.. İşte size bugün okunacak kitap tavsiye ediyorum.

*

Cambaz, Aydemir Akbaş'ın hem de nasıl keyifle okunacak bir mizahi öyküler kitabı ki, Aydemir'in çocukluk anıları da ilham kaynakları arasında..
Aydemir, tanıdığım en müthiş komedyenlerden. Sinemanın yıldızlarındandı.
Salonların seks filmlerinden başka şey göstermediği dönemlerde aralarına parça atılmış filmlerde oynamak zorunda kaldı.
150 film, 30 dizide oynadı. 20 oyunda sahneye çıktı. Yönetmenlik yaptı. Senaryo yazdı. Gazetecilik de yaptı..
Fanatik Galatasaraylı bir Karadenizlidir. Babası Arnavut (Ali Sami Yen'ci yani), anası Laz..
Üç kere evlendi. Üçünde de Beyhan Akbaş'la..
Bu da onun ilk kitabı.. Açtım.. Elimden bırakamadım. Öyle akıcı, öyle mizahi yazıyor.. İşte Cambaz'dan bir bölüm..
"Dolmanın gücü adına!"

*

Elinde torbalarla yatak odasının kuvvetli bir rüzgarda bile açılan penceresinden içeriye girmeyi başarmıştı Sümbül. Önce etrafına bakındı. Çok şaşırmıştı, inanılmaz bir dağınıklık vardı.
"Ayol, bu ne büle? Bizim çöplükler bile bu kadar karışık değil!"
Yere saçılmış şeylere basmamak için dikkatlice yürüdü. Salonda, kendisine hayretle bakan Dost'la karşılaştı. Karşılıklı bakıştılar. Biri hayret, diğeri korkuyla bakıyordu. Sümbül hayvanı yumuşatmaya çalıştı.
"Ben Sümbül, senin sahibinin arkadaşıyım.
Hamdi'nin... Ben.." Torbayı gösterdi, "ona yemek getirdim. Dulma.. Etli...
Sen de seversin?" Dost, ondan bir tehlike gelmeyeceğini anlamıştı; hemen pencereye, sevgilisine döndü.
Sümbül torbayı masaya bırakıp etrafa bakındı. Gözüne bir sandık ilişmişti.
Önce oradan başlayacaktı, belki bugün Hamdi'nin gerçek kimliğini öğrenebilirdi. Sandığın kapağını kaldırıp baktı, içi deyim yerindeyse "Çıfıt çarşısı" gibi karman çormandı.
Birden bazı gazete kupürleri fark etti, tam onlara bakmaya yeltenmişti ki bir sesle irkildi.
"Bırak!" Arkasını döndü. Hamdi, masaya doğru yürüyüp şarap şişesini başına dikti.
"Ben bir tel cambazıydım.
Gazetelerde benimle ilgili haberler çıkmıştı, onları sakladım." Sümbül şaşırmıştı. Kalktı, Hamdi'nin karşısına oturdu.
"Sana dulma getirdim, aç mısın?"
"Evet."
Sümbül ısıttığı dolma sahanıyla masaya döndü.
"Acele etme, dulma yoğurtsuz yenmez."
Dost, sevgilisi Şırfıntı'yı unutmuş, yıllardır görmediği manzarayı seyrediyordu. Evde bir başkasının olması hoşuna gitmişti. Sümbül yoğurtla geri döndüğünde. Hamdi yemeğe başlamıştı bile.
"Nasıl?"
"Çok güzel."
"Farkında mısın, yüksük kadar her biri.
Her kadın beceremez. Hem kabiliyet ister hem zaman."
"Sen eskiden aşçı mıydın?"
"Kucam öyleydi. Beş masalık dükkanı vardı. Semt restoranı işte. Yemekleri ben yapardım."
"Niye öldü?"
"Otobüse çarptı." Hamdi şaşkın gözlerle baktı.
"Evet. Otobüs ona değil, o otobüse çarptı. Ve sizlere ömür...
Neyse, demek beğendin. Mantı da ister misin?"
"Onun boyu ne kadar?"
"Gömlek düğmesi kadar."
"Yap. Ne istersen yap."
"Yani, çocuk bile yaparım. Yeter ki sen iste kucacım."
"Niye? Artık kim olduğumu öğrendin. Bu meslek baba mesleği dedem de tel cambazıymış."
"Niye bıraktın?"
Hamdi ona uzun uzun baktı, sonra şarabından yüklüce bir yudum aldı.
Kalktı... Gramofona bir plak koydu, şarkısını açtı. Yerine döndü ve anlatmaya başladı."
"Babam öldükten sonra tel cambazlığı mesleğinde bir tek ben kalmıştım. Ben öldüğümde ise bu mesleği oğlum Ali devralacaktı.
Karım Zehra, oğlum Ali ve İstanbul'da gösterilere başlamıştık.
Arkası açık, kırık dökük bir pikapla mahalleler arasında reklamlar yapıyorduk..."

***


Hacı Teyze'den bir kitap... Sabır Çiçekleri

"Hacı Teyze" dediğimiz, yani dostum Erdoğan Ailesinde tanıdığım herkesin "Hacı Teyze" dediği, Nehir Erdoğan'ın yıllar önce İzmir'den Almanya'ya göç eden ve orda yaşayan teyzesi Hatice Fişekçi..
Nehir, biliyorsunuz, "Benim Adım Melek" dizisinin yıldızı.. Onu televizyona, 1990'lı yılların sonunda TRT'de yaptığımız, "Tele Pazar" sunuculuğu ile ben başlatmıştım. Arkasını getirdi.
Harikalar yarattı.
Bir gün, Nispetiye Caddesi'nde Saruhan diye bir çorbacı açılıyordu.. (Kelle paçası da harikadır) Gittim ki, Nehir de orda.. Beni tanıştırdı "Hacı Teyzem" diye.. Tam iki saat oturduk sohbet ettik. Nasıl tatlı, nasıl doyulmaz.. O örtülü, dini bütün Müslüman, Alamancı Hacı Teyze.. Ben Kilis Müftüsü Muharrem Efendi'nin torunu Hıncal olunca, kanlarımız çabuk ısındı.
Hayran kaldım Hacı Teyze'ye.. Ama o bir daha gelmedi, ben Almanya'ya gitmedim. Bir daha buluşamadık, konuşamadık ama haberlerini Nehir'den hep aldım..
Son haber en güzeli..
Nehir "Hacı Teyze'min kitabı Türkiye'de basıldı" dedi. "Sana da bir tane imzalayıp gönderdi.." Pakete saldırdım.. Kapak!.
"Sabır Çiçekleri / Kırılan dallar baharda yeniden süğer, bahtiyar olur.." Önce sözlüğe atladım.. Bahar aylarına girdik.
Bahçemde yığınla kırılmış dal vardı, kışın. "Şimdi süğecekler.. Yani ne olacaklar" diye.. "Yeniden fışkırmak" demekmiş..
Yani kitabın adı mesel..
Sabretmeyi başarırsan, Sabır Çiçekleri açar ve baharı getirir. Mutlu olursun.." Kapağı açtım. Bana imzalamış..
"Saygılarımla dünya ve ahiret saadeti dilerim.." Şöyle bir çevirdim sayfaları.. Hacı Teyze, sadece yazmamış, çizmiş de.. Naif, çocuksu resimler.. Nasıl çekiyor insanı o naiflik de..
Anılarını yazmış, Hacı Teyze.. "Ben İzmir'i ve orda sevdiğim çocukluğumu çok sevdim" diye başlayarak..
Kitabı iyi tanımanız için size Hacı Teyze'yi çok iyi tanıtmam gerek..
Ama kitabının kapağına kendisi yazmış, onu da en iyisiyle..
Buyrun önce onu okuyun.. Sonra kitabın peşine düşersiniz. pmajans@gmail.com

*

Ben İzmir'i ve orada yaşadığım çocukluğumu çok sevdim Anne ve babamı sevdiğim kadar olmasa da..
Ben rüzgarlı Poyrazdamları Köyü'nü de çok sevdim. Fırınlı evimizi ve içindeki ailemi sevdiğim kadar olmasa da.
Ben alnıma yazılan kaderimi de çok sevdim.
Çünkü benim kaderimin içinde ekmek hakkı, tuz hakkı var.
Çoğu vakit yediğim bir dilim katıksız ekmek de olsa.
Çünkü o ekmek mübarektir.
O ekmeğin içinde babamın alın teri ve elinin emeği var.
Acı ile tatlı bir olup, bize kardeş oldular.
Elime kalem verip hikayemi yazdırdılar.
Ben bu hikayemi de çok sevdim.
Çünkü içinde küçük bir kız çocuğu, ben varım. Bana bu hayatı anlamlı kılan mutlu gülüşler, yokluk günlerimizde yaşama sevinci veren sabır var.
Geçmişten günümüze boy atmış, (Sabır çiçekleri) Türk nineleri ve kendi ninelerim var.
En çok da bu hikayede başıma taç yaptığım sabır çiçeği, Canım annem ve garip yetim, öksüz canım babam var.
Bu hikaye okumaya değer mi?
Bence değer...
O vakit buyurun benden bana olan yolculuğuma!

***


Atatürk'e ağıt!..

Hafta arası cennet vatanımı anlatan yazımda Cahit Külebi'nin "Edirne'den Ardahan'a" diye başlayan muhteşem şiirinden dizeler almıştım. Ne çok bilmeyen varmış..
İşte bugün, "Atatürk Kurtuluş Savaşında" adlı sekiz bölümlük destanın "Atatürk'e Ağıt" diye okunan kısaltılmışını sunuyorum.. Okuyun.. Çocuklarınıza okutun.
Kesin saklayın. Yeri gelince çıkarıp çıkarıp okuyun..
Bir bayram günü, tamamını da yazarız.
Söz.. Külebi'yi iyi bilmek, iyi tanımak gerek..

*

Edirne'den Ardahan'a kadar
Bir toprak uzanır,
Boz kanatlı üveyikler üstünden uçar
Ardahan'dan Edirne'ye
Edirne'den Ardahan'a kadar.

Kopdağında akar bir çeşme var
Serçe parmak kalınlığında suyu
Haram etmiş gece gündüz uykuyu
Akar da akar.

Samsun'un evleri denize bakar
Sokakları yosun içinde;
Çaparlar, takalara, mavnalar,
Bilyalar gibi suyun yüzünde
Bir iner bir kalkar.

Kazova'dan bir yar sevdim
Adamı günaha sokar.
Savaştepe köprüsünden geçen tirenler
Sel olur İzmir'e akar.
İzmir'in denizi kız, kızı deniz
Sokakları hem kız hem deniz kokar.

Bu toprak bizim yurdumuzdur
Deli gönül yücesine çıkar,
Bir üveyik olur uçar gider
Ardahan'dan Edirne'ye
Edirne'den Ardahan'a kadar.

Amasya'ya benzin yüklü bir yaylı geldi
Yağmurlu bir günde.
Devrisi gün silâh çattılar
Candarmalar hükümetin önünde,

Kemal Paşa çıkageldi
Bir alevdir aldı gitti yurdumuzun gönlünde,
Çorap gibi söküp attı
Düşmanları ordumuzun önünde.
Bu ne inançtır ki Gazi Paşa!
Atının teri kurumadan
Sürüp gittin yeni yeni savaşların peşinde!

Davullar zurnalar döğende
Ben seni hatırlarım!
Binip tirene gezende
Ben seni hatırlarım!
Tam iki yaşındaydım
Düşman İzmir'e girende!
Ben de gelecektim ama anam koymadı.
Küçüksün oğul dedi.
Ben giderim ana bırak dedim.
Gideceğin bu yol dedi.

Şimdi büyüdüm sürüp geldim.
Felek koydun ise bul dedi.

Cahit KÜLEBİ

***


Pazar Neşesi

Efendim, coronovirüse karşı en etkili önlem elleri günde en az 10 defa yıkamak. Tüm dünyada böyle açıklandı.. 8 saat uyuduğumuzu sayarsak, 16 saat uyanık.. Yani 1.5 saatte bir..
Fazlası göz çıkarmaz, siz onu saatte bir yapın.
Yalnız, dikkat!. Yıkama elleri suyun altına tutmak değil. En az 20 saniye ciddi ciddi ovuşturmanız gerekiyor.
Peki 20 saniyeyi nasıl ölçeceksiniz?.
El yıkarken kronometre tutacak haliniz yok ya..
Amerikalı Komedyen Jimmy Fallon, ülkesinde de ayni tavsiye yapıldığı için çözümü buldu..
Ellerinizi suyun altında tutun ve "Happy birthday to you" şarkısını, arkadaşınıza söylediğiniz tempoyla mırıldanın.. İki defa.. O zaman 20 saniye ediyor..
Biz Türkler de aynisini yapacağız..
Türkçesini tabii..
"Mutlu yıllar sana!. Mutlu yıllar sana.." diye mırıldanın, tamamdır.

***


Latin Sözleri
"Citius venit periclum, cum contemnitur."
"Küçümsersen, tehlike daha çabuk gelir!"
Publilius

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA