Türkiye'nin en iyi haber sitesi
HINCAL'IN YERİ HINCAL ULUÇ

Bir derya film ki, Tenet!..

Çocukluğumdan beri, matematik bulmacalarına hele paradokslara meraklıyım. İngilizcem dolayısıyla harika bir kitaplığım oldu.. Bilim kurguya ayrıca meraklıyım.. Bir bilimkurgusal paradoksu lise çağlarımdan hatırlarım..
"Zaman içinde seyahat mümkün olsa ve bir adam geçmişe gidip büyük babasını öldürse ne olur?."
Çözümü yok. Paradoksların çözümü yoktur zaten. Ondan paradoks derler ya..
Zaman içinde seyahatin gerçek olması üzerine kurulu Tenet filminde bu paradoksu aynen duyacaksınız. Cevabı da almayacaksınız..
Hemen bütün filmlerini, başta Dunkirk, Yıldızlararası (Interstellar), Başlangıç (Inception) olmak üzere çok sevdiğim Christopher Nolan, yazıp yönettiği bu filmde gene harika..

Filmi tam salgın başladığı günlerde vizyona sokmayıp bekleten WarnerBros stüdyosu da çok akıllı davranmış..
İstinye Park'ta, insanların koltuk ve sıra atlayarak oturduğu ve hepsinin maske taktığı, salonun yüzde 100 açık havadan gelen temiz havayı veren klima ile soğutulduğu ve filmin imax teknolojisi ile gösterildiği salonda keyifle izledim ve 2.5 saat süren uzunluğuna rağmen bitsin istemedim..
Nolan, Tenet'i, Newton fiziğini yerle bir eden kuantum fiziği üzerine kurmuş.
Biz lisede, bir cismin ayni anda iki ayrı yerde olamayacağı kuralını ezberledik.
Kuantum fiziği tersini anlatıyor.
Bir cisim ayni anda iki farklı yerde olabilir..
Bir cisim iki farklı zamanda ayni yerde olabilir.
Benim gibi 70 yaşından sonra kuantum fiziğine merak sarmadıysanız Tenet'i nasıl izleyeceksiniz peki?.
Çok rahat..
Bilimkurgu filmleri neler neler anlatmıyor mu?.
Gelecekte kurulu bir organizasyon, bugünkü dünya ile ilgilenmeye başlamış.
Dünya üzerindeki önemli bir istihbarat servisi de işin farkına varmış ve peşlerine düşmüş..
Gelecekteki bu organizasyonun günümüzde kıyamet demek olan Üçüncü Dünya Savaşı'nı çıkarmasını önlemek için çalışan bu günümüz gizli servisinin adı Tenet işte..
Yani.. İngilizlerin uluslararası ajanı James Bond'un yerini, burada "Zamanlar arası ajan" alıyor. Nolan ona isim koymamış. Film boyunca adı bir sıfat, Protagonist/ Baş Kahraman olarak geçiyor.
Son zamanlarda James Bond'u zenci yapmak ve İdris Elba'ya oynatmak projesi vardı ya..
Nolan erken davranmış.
Baş kahraman zenci ve de tanıdık.. Oscarlı oyuncu Denzel Washington'un oğlu David Washington..
Filmde, Batman ve Robin esintileri de var.. Robin de Tenet organizasyonunda, kahramanımıza yardımcı olan ajan.. O da tanıdık.. Robert Pattison.. Hani o gişe rekorları kıran Alacakaranlık Efsanesi/ The Twilight Saga filmlerinin baş oyuncusu Robert Pattison..
Yani filmde Alacakaranlık Efsanesi filmleri ve Alacakaranlık Kuşağı dizisi de aklınıza geliyor.
Tabii Batman olunca, Joker de var.. O da, gelecekten gelip bugünkü dünyada kıyamet koparmak isteyenlerin elde ettiği Rus milyarder Sotar..
Onu da, sinemanın ve tiyatronun gelmiş geçmiş en iyi Shakespeare oyuncusu Kenneth Branagh, hem de ne harika canlandırıyor..
Küçücük ama çok akılda kalan rolüyle Michael Caine de, Tenet'in bonusu..
Biraz kafanız karıştı anlıyorum.. Ama merak etmeyin.. Siz de filmi büyük bir keyifle izleyeceksiniz.
Çünkü Nolan'ın filminde, Boğaziçi Üniversitesi kuantum fiziği hocasından, sokaktaki haylaz çocuğa, herkesin ilgisini çekecek, merakını, heyecanını tahrik edecek şeyler var..
Aksiyon sahneleri müthiş çünkü..
Öyküde anladığınız kadarı size yetecek.
Bilim Kurgu filmlerinde her şeyi çözüyor musunuz?. Öyle kabul edip, zevkle izliyorsunuz..
Bu da öyle..
"Ben anladım" diyorsanız işte size bir şifre..
"Anastas mum satsana" polindromunu bilmeyen yoktur. Polindrom..
Yani tersten de okusanız ayni.
Latincede, dünyanın en eski polindromlarından biri var..
"Sator Arepo Tenet Opera Rotas" Opera'da başlayan ve Sator'la biten filmde bu sözcüklerin beşi de, şu veya bu sebeple geçiyor. Hepsi de önemli çünkü..
İzleyenler hepsini fark ettiler mi?.
İzleyecekler, filmden bu Latince sözü ayıklayabilecekler mi?.
Christopher Nolan, bu polindromu niye kullandı?.
Sorma sebebim var.. Ben hala tam çözemedim çünkü..
Latince polindrom, "Tanrı kendi yarattıklarını korur" anlamına geliyor aşağı yukarı..
O zaman, "İnsanlar, bugün, yarın, gelecekte, ne yaparlarsa yapsınlar, olacak olur. Kaderde ne varsa, kaşıkta o çıkar" mesajını mı şifrelemiş filme, Nolan acaba?.

***


İşte benim mesleğim!..

Dün spor sayfamızın manşetinde boydan boya şu ibare vardı..
"The Land Of Legends Cup'ta BEŞİKTAŞ ve FENERBAHÇE'yi Türk Spor Basını'ndan canlı olarak takip eden tek muhabir Volkan Demir iki takımı da analiz etti." Okuyunca, spor müdürüm Murat Özbostan'la da, muhabir kardeşim Volkan'la da gurur duydum.
Mesleğim adına da utançtan yüzüm kızardı..
Düşünün ne hale geldik.. Sezon başında Fener ve Beşiktaş ilk defa ciddi ciddi sınava çıkıyorlar ve basın tribünlerinde, bir, tek bir gazeteci var..
Bir zamanlar büyüklerin maçlarına öyle yığılma olurdu ki, Spor Yazarları Derneği her gazeteye kontenjan ayırıp, isme yazılı kartlar dağıtırdı.
Şu hale bakın.. Görev değil, "Gidip canlı izleyeyim" diye merak eden kalmamış.
Efendim.. İnternet mi düşürüyor tirajları dediniz?.

***


Bu ne Bülent?

Devasa, kalın ciltli bir kitap.. İnanın zor kaldırdım.. Açtım..
"Bülent Eczacıbaşı" yazıyor tepede. "Yoldan" yazıyor altında.. Çevirdim.. İki satır koca sayfada..
"Yolculuk, insanı önce sözsüz bırakır, sonra hikaye anlatıcısına dönüştürür."
İbn Battuta söylemiş..
Çevirdim, Boğaziçi'nden bir sahil resmi, vakit akşamüzeri..
Sonra Kahire'den bir kadın. Sonra Hindistan'dan bir çocuk.. Sonra Küba..
Laos.. Myanmar.. Iğdır.
Tanzanya.. Gürcistan..
Fransa.. İsviçre..
Edirne.. Safranbolu..
Vietnam...
Tam 189 hikaye anlatmış Bülent Eczacıbaşı, tek kelime etmeden..
"Bir fotoğraf bin kelimeye bedeldir" diyenlere kanıt, her resim kendi öyküsünü anlatıyor zaten..
..Ve bitiyor kitap, gene iki satırla..
"Tüm yolculukların gizli bir hedefi vardır, yolculuk eden de farkında değildir onun."
Martin Buber söylemiş onu da..
İş Bankası Kültür Yayınları'na teşekkür ederim, bu kadar güzel bir yapıtı, bu kadar güzel bir anıt kitaba dönüştürdüğü için..
Deklanşörüne sağlık Bülent..

***


Bekir bomba gibi!..

Bekir'i aradım dün.. Sevgili arkadaşım, meslektaşım, dostum Bekir Coşkun'u..
Çok da saydığım Bekir'i.. Hele günümüzde, eğriye eğri diyen ve sadece inandığını, sadece kendi düşüncesini yazanlar o kadar azaldı ki.
Uzun zamandır yazmıyordu. Ağır hastaydı.
Korkarak çevirdim telefonu..
Ama öyle bir "Merhaba Hıncal" deyişi vardı ki, telefonu elimden atıp zıplayasım geldi.
Bomba gibi bir ses!.
Uzun uzun dertleştik..
Sonuncu kemoterapiyi de almış.
Hastaneden çıkmış.. İki gündür evinde.. Daha güzeli..
"Haftada bir de olsa yazılara başlayacağım" dedi.
Geçmişler olsun Bekir.. Gözün aydın ve ona bu kadar güzel baktığın için teşekkürler Andree..
Müjdeler olsun, sevenleri ve okurları!.

***


SEVDİĞİM LAFLAR
"Kendini kontrol edebilmek güçtür!. Sakinlik ustalıktır. Ruh halinizin başka birinin anlamsız davranışları yüzünden değişmeyeceği bir noktaya varmalısınız. Başkalarının hayatınızın yönünü kontrol etmesine izin vermeyin. Duygularınızın zekanıza baskın olmasına müsade etmeyin."
Morgan Freeman

TEBESSÜM
Bugün Tebessüm, eski dost Ali Kestaneci imzalı.. Ekrem İmamoğlu, güzellik yarışmasında derece alan kızımızı danışman olarak atadı diye kızıyorlar. "Her şey çok güzel olacak" dememiş miydi?. Ne yapsa yaranamıyor.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA