Türkiye, tarihinin en önemli seçimlerine giderken tüm dünya da gözünü kritik bir tarih olan 14 Mayıs'a kilitledi. Batı medyasında ise, Türkiye seçimleri için eşi benzeri görülmemiş yoğun bir mesai var. Tarafsızlık ilkesinin savunuculuğunu yaptıklarını söyleyen Batı medyası, tüm ilkelerini bir kenara bırakarak açık bir şekilde 7'li koalisyonun sözcülüğünü yapıyor.
HER TÜRLÜ KANALDAN AÇIK AÇIK YÖNLENDİRME YAPILIYOR
The Economist, Der Spiegel, L'Express, Le Point başta olmak üzere farklı ülkelerin çok okunan gazete ve dergileri, kapaklarında kullandıkları ifadeler ve mesajlarla Türkiye seçimlerinde doğrudan bir taraf oldukları beyanında bulunuyor. "Demokrasi yok" başlıklarıyla seçmenlerde korku ve güvensizlik yaratırken tüm sosyal medya kanallarından da açık bir propaganda ve algı operasyonu çalışması yürütüyorlar.
The Economist dergisinin Erdoğan düşmanlığı | Video
Son olarak The Economist dergisi, geçtiğimiz günlerde yayınladığı, açık bir Erdoğan düşmanlığı hedefleyen skandal ifadelerle dolu kapağını Twitter'da da en başa tutturdu. Tüm mesaisini Türkiye'deki seçimlere yön verme çabasına ayıran Economist, skandal kapağını Twitter hesabında en başa tutturdu, kapak fotoğrafında da yine Başkan Erdoğan'ı hedef alan görseli kullandı.
Batı medyasının hedeflerinin ve servis edilen Erdoğan düşmanlığının nedenlerini, Uluslararası İlişkiler Uzmanı Prof. Dr. Ferhat Pirinççi, Sabah.com.tr'ye değerlendirdi.
Batı medyasında açık açık, seçmenlerin oylarını kime vereceğine kadar çok net bir yönlendirme var. Son olarak The Economist, "Erdoğan gitmeli" sözlerini Twitter profiline sabitledi. Batı medyasındaki bu partizanlığı neye bağlıyorsunuz?
Aslında yalnızca seçimler döneminde değil, daha önce de Cumhurbaşkanı Erdoğan aleyhine karikatürler, yazılar kaleme alıyorlardı. Ama bu işin kritik olmasının en önemli nedeni seçimler olması. Ve seçimlerle, 20 yıldır karşılarında "hoşlarına gitmeyen" bir politika uygulayan bir Erdoğan figürü var. Cumhurbaşkanı Erdoğan 2002 seçimlerini kazandıktan, Başbakan olduktan sonraki süreçte Türkiye'nin dış ve güvenlik politikası o dergilerin yöneticileri ve o dergilerin bağlı bulundukları ülkelerdeki hükümetlerin istedikleri gibi değil Türkiye'nin istediği gibi ilerlemeye başladı. İlk dönemlerde bir alışma evresi oldu ama Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın gideceğini düşündüler. Erdoğan öncesindeki 20 yılı dikkate aldığımızda hep koalisyon hükümetleri olmuştu ve sürekli olarak lider değişiklikleri oluyordu. Bu nedenle bir nevi "sabır" gösterdiler.
"ARTIK YENİŞEMEDİKLERİ BİR TÜRKİYE VAR"
Ama Cumhurbaşkanı Erdoğan seçim üzerine seçim kazandıkça artık onlar için katlanılmaz hale geldi. Özellikle son dönemde Ukrayna bölgesindeki jeopolitik kırılmalar, Avrupa genelindeki jeopolitik kırılmalar, Doğu Akdeniz'de yaşanan enerji rekabeti, Libya'da yaşananlar dikkate alındığında birçok açıdan kabul etmek zorunda kaldıkları, yenişemedikleri, yenemedikleri bir Türkiye ile karşı karşıya kaldılar.
Tam da bu dönemde Kovid pandemisi sonrası yaşanan sorunlar, küresel enflasyon artışının etkileriyle beraber muhalefetin hep birlikte hareket ediyor görüntüsü vermesi ve Batı tarafından da destekleniyor olması kendileri açısından ilk defa açık bir şekilde AK Parti iktidarından ve özel olarak Cumhurbaşkanı Erdoğan'dan "kurtulmalarına" imkan çıkardı. Bu amaçları doğrultusunda da bu tarz kapaklar, bu tarz haberler yapmaya başladılar.
Türkiye'deki olası bir koalisyon hükümeti Batı'nın işine mi geliyor?
Koalisyon değil, Cumhurbaşkanı Erdoğan olmaması işlerine geliyor. Erdoğan yönetimindeki Türkiye'nin istedikleri gibi bir politika uygulamadığını defalarca kez gördüler. Kritik konularda Türkiye'nin, Batılı bazı ülkelerin peşine takılmak yerine kendisine özgü politikalar uyguladığını gördüler. Dolayısıyla buna artık daha fazla "tahammül" etmek istemiyorlar.
"BATI HİÇBİR ZAMAN TARAFSIZ OLMADI"
Son dönemde yapılanları göz önünde bulundurursak, sizce Batı medyası tarafsız gazetecilik ilkesini tamamen rafa mı kaldırdı?
Batı medyası zaten hiçbir zaman tarafsız değildi. Bu sadece bir söylem olarak kullanıyorlardı. Yeri geldiğinde aba altından sopa göstermek için, yeri geldiğinde kendileri tartışılan bir eylemde bulunduklarında arkasına sığınmak, "Biz tarafsızız, o nedenle bunu yapıyoruz" diyebilmek için.
Hiçbir zaman gerçek anlamda tarafsızlık söz konusu değildi, zaten bu son süreçte de ne kadar tarafsız olduklarını gösterdiler. Tarafsız medya, insan hakları, basın özgürlüğü gibi konular sadece söylemden ibaret. Kendi çıkarları konu olunca hiçbir sınır tanımadıklarını da net bir şekilde gördük, başta insan hakları olmak üzere.
Kılıçdaroğlu, AİHM kararlarına atıfta bulunarak terör suçlarından tutuklu bulunan Selahattin Demirtaş ve Osman Kavala'ya özgürlük sözlerini yineliyor. Ne var ki AİHM, daha önce de Abdullah Öcalan için şartlı salıverilme olanağı tanınmasına karar vermişti. Sizce Kılıçdaroğlu'nun AİHM'i sürekli gündeme getirmesinin nedeni ne?
Biliyorsunuz HDP veya kendi içinde bulunduğu ittifak bir cumhurbaşkanı adayı göstermedi. Göstermediği gibi Kılıçdaroğlu'nu destekleyeceklerini açıkladılar. Normal şartlar altında bu kadar "taviz" veren bir parti, bir birlik şimdiye kadar olmadı. Yani bir düşünce, bir ideoloji birliği olur bu anlaşılır bir şeydir. Cumhur İttifakı bu anlamda homojen bir tavır sergiliyor. Türkiye'nin istikrarı amacıyla bir araya geliyorlar.
"HDP'YE NEYİN SÖZÜNÜ VERDİ?"
Ama Millet İttifakı'nın bileşenlerinin kendi içindeki tutarsızlıkları bir yana dışarıdan da, ya da 6'lı masanın görünmeyen bir partneri olarak HDP'nin bu tarzda bir destek açıklaması ilk olarak akıllara "Acaba ne sözler verildi de bu denli bir destek alıyor?" sorusunu getiriyor.
"TÜRK HALKI ÖCALAN'IN SERBEST BIRAKILMASINA TEPKİSİZ KALMAZ"
Bir diğer konu, terör örgütü elebaşlarının arka arkaya söylemlerine baktığımızda, HDP/YSP'nin söylemlerine baktığımızda sürekli olarak Öcalan vurgusu var. Suriye'den Türk askerinin çekilecek olması ve Suriye'de kendi kazanımlarının artacak olması var. Afrin'i tekrar kendilerinin alacak olması gibi vurgular var. Dolayısıyla bu Öcalan vurgusu HDP tarafından dile getiriliyor. Bu normal şartlarda Türk toplumunun kabul etmeyeceği bir gelişme.
Yalnızca AİHM değil, başka hangi güç olursa olsun, Türk toplumu 99'dan beri davası görülen, cezaevinde bulunan, binlerce kişinin katili olan bir kişinin salıverilmesini makul karşılamaz. Ama bu yönde, yani Öcalan'ın salıverilmesi gibi bir düşünce varsa da bunu net bir şekilde ifade etmekten imtina ediyorlar. Çünkü seçmenin buna karşı sandıkta ciddi bir reaksiyon göstereceği kaygısı var. Dolayısıyla eğer böyle bir şey akıllarından geçiyorsa bunu toplumla paylaşsınlar, toplumun da reaksiyonunu görsünler.
Kılıçdaroğlu'nun sık sık Batı'ya koşulsuz destek verdiğine yönelik söylemlerini duyuyoruz. Gerek Ukrayna politikası konusunda, gerek AB üyesi olmasına gerek kalmadan Batı politikasını izleyeceğine dair sözleri mevcut. Bu koşulsuz bağlılığın arkasında ne var?
Büyük ölçüde destek arayışı ve halihazırda gördüğü destek var. İlk soruyla ilişkili olarak, Batı medyası neden böyle bir seçim dili yönetiyor dediğimizde aslında bu sorunun cevabı burada gizli. Batı medyasının bu desteğini almak için, bu desteğin hakkını vermek için bu tarz söylemlerde bulunuyor. Çok fazla eleştiri aldıklarında "Ne Batıcıyım ne Doğucuyum, Türk dünyasını birleştireceğim" tarzında söylemlerde bulunuyorlar ancak Azerbaycan'ı tamamen dışlayan bir yaklaşımları var örneğin. Dolayısıyla kendi içlerinde tutarsızlıkların olduğu bir durum hakim.
"BATI'YA 90'LAR TÜRKİYESİ SÖZÜ VERİLDİ"
Tutarlı olan tek şey şu: Batı'nın istediği, özlediği 90'lar Türkiyesi'nin sözünü vermek. Batı'nın yönlendirebildiği, istediğini yaptırabildiği bir 90'lar Türkiyesi, "Her istediğinizi yapacağım" imajını oluşturuyor ve Batı'dan da buna yönelik bir karşılık görüyor.