Türkiye'nin en iyi haber sitesi
FERHAT ÜNLÜ

Erotik terör örgütü (ETÖ): Adnancılar

"Ben cezaevine girince özgürleştim."

Erbabının elinde iyi bir romanın ilk cümlesi haline getirilebilecek (Çünkü ilk cümle, hikâyenin altı doldurulduktan sonra anlam kazanır) bu ifade, Oktar Terör Örgütü'nde dokuz yıl kaldıktan sonra 11 Temmuz 2018'de hapse giren Beril Koncagül'e ait.

Örgüte neden/nasıl girdiği, örgütte neyi/niçin yaptığı ve örgütten neden/nasıl ayrıldığı sorularından bağımsız olarak cezaevinde geçirdiği altı aydan sonra koptuğu örgütün sırlarını ifşa etmesi kıymetli. Bu durumda -Adnancıların trollerinin Twitter'da paylaştığı fotoğraf ve görüntülere bakılırsa- örgütün villalarında iken ve A9 kanalında 'sözüm ona Mehdi'ye 'İnşallah, maşallah' derken ne kadar memnun/mutlu göründüğünün de kıymeti harbiyesi kalmıyor.

Bu hafta Üç Boyutlu Portre'de Salı günü Silivri'de başlayan ve ilk celsesi 40 gün sürecek olan Oktar Davası vesilesiyle Oktar Terör Örgütü'nün bilinmeyenlerini yazacağım. Davanın tanıkları olan Adil Serdar Saçan, Özkan Mamati ve Beril Koncagül'ün anlatımları ile tam 3 bin 908 sayfalık iddianameyi esas alarak…

Her gizli örgüt gibi Adnan Oktar Örgütü'nün de bir genetiği ve ajandası var. Örgütün amacına, bir başka deyişle ajandasına geçmeden önce genetik doğasına dair birkaç cümle paylaşayım. Mehdiyet iddiası/yalanı ekseninde kült bir liderin etrafında mürit olarak toplanan ve sözde inisiyasyon (gizli sırların sadece seçilenlere verilmesi) yöntemiyle beyinleri yıkanıp birer militana dönüştürülen kişilerin içinde bulunduğu Mesiyanik yapılar ezoterik yapılardır.

Mazilerini, Süleyman Tapınağı'nın inşa edildiği döneme, yani yaklaşık üç bin yıl öncesine, hatta güya Naacal Tabletleri efsanesi üzerinden Kayıp Kıta Mu'ya kadar götüren Mason locaları bunun bir örneği.

CİNSEL ÇIKAR MOTİVASYONU

FETÖ de Mesiyanik olduğu için ezoterik bir terör yapılanması. Bunların ikisiyle de ilişkisi bulunan Oktar Örgütü ise ezoterikten ziyade 'erotik' bir örgüt. Örgütün tek hedefi, cinsel çıkar elde etmek değil elbette ama bu motivasyon, hepi topu 250 üye ve bin gönüllüden müteşekkil yapının kuruluş ve gelişiminde etkili olmuş.

Silivri'deki davanın iddianamesindeki detaylar (Turnike sistemi vesaire), örgütün sapkın, orgiastik yönünü gözler seriyor. Bu yönüyle Adnancılar'a 'Erotik Terör Örgütü' demek mümkün ama yapının, kelimenin esinlendiği 'Eros', yani Freudyen manada sevgi ile uzaktan yakından ilgili olmadığı da izahtan vareste. Cinsel çıkar örgütü de denilebilir Oktar Örgütü'ne. Ama elbette tek amacı bu değil. Toplumun manevi değerlerini yozlaştırmak, devlete/millete yönelik gizli yıkıcı faaliyetler yürütmek suçlamalardan en önemlileri.

Bekasını; tehdit, şantaj, taciz, istismar üzerine kurmuş bir mikro örgüt bu. FETÖ'nün bir küçük versiyonu. Bir zamanlar FETÖ'cülerin sözde Ergenekon Terör Örgütü'nü kast ederek kullandığı ETÖ kısaltmasını (ETÖ diye diye kendileri FETÖ oldu, o ayrı bahis) Adnancılara, 'Erotik Terör Örgütü' olarak uyarlamak mümkün. NATO'ya girdiğinden beri çeşit çeşit terör örgütüyle mücadele eden Türkiye'nin muhatap olmadığı bir bu tür örgüt kalmıştı. Bu da oldu.

Oktar Örgütü, diğer bütün terör örgütleri gibi (PKK, FETÖ, DEAŞ) insan kaynağı devşirme aşamasında kişiyi ailesinden koparıyor. Aynı aileden devşirilmiş beş çocuk, bir torun bile var. Oktar Babuna ile dört kız kardeşi ve yeğeni buna örnek. (1999'da lösemi olan Oktar Babuna, o dönemde 120 bin ünite kan toplamıştı. Bu kanların, Türkiye'nin gen haritasını elde etmek için yabancı gizli servislere verildiği iddiası hâlâ geçerli.)

ÖRGÜTE BEŞ ÇOCUK KAPTIRAN ANNE

Babuna'ların annesi Semin Babuna, beş çocuğunu ve bir torununu örgütten kurtarmak için epey mücadele vermiş. Sadece yine örgüte girmiş bir torunu olan Emre Ertüzün'ü 'kurtarabilmiş'. Semin Babuna'nın -kendi deyimiyle- 25 yıllık mücadelesi, HDP binasının önüne oturan Diyarbakır Anneleri'nin PKK'ya karşı verdiği güncel mücadeleyi andırıyor.

Örgüte 2010 yılında 'tersten bal tuzağı' ile yani kadının değil de erkeğin olta olarak kullanıldığı bir istihbarat operasyonu ile dâhil edilen 30 yaşındaki Beril Koncagül, Babuna'ların hikâyesi hakkında içeriden önemli bilgiler aktarıyor. Tuba Babuna'nın örgütte yaşadıkları yüzünden kanser olduğu bilgisi bunlardan yalnızca biri. "Örgütte Bacılar Grubu denilen eski üyelerden kansere yakalanan en az 20 kişi var" da diyor. Adnan Oktar'ın en yakınındaki 16 kişilik kadın grubunda bulunduğu için liderin FETÖ'yle ilişkisine dair önemli sırlar da veriyor Koncagül:

"15 Temmuz darbe girişimi olurken televizyonu açtığımızda Adnan Oktar, kimse ne olduğunu henüz anlamamasına rağmen 'Darbe oluyor, ben yayına gideceğim' dedi ve gitti. Bize 'Bakın bunu (darbe girişimi) çok yanlış saatte yaptılar. Çünkü insanlar ayakta, köprüden geçiyorlar. Bana sorsalar daha ileri bir saate alın derdim ve Erdoğan'ı da indirirlerdi' dedi. Darbenin başarıya ulaşmasını istiyordu."

Bu bilgi ışığında; "Adnan Oktar, Binbaşı O. K.'nın ihbarı üzerine 15 Temmuz'da saat 21:00'e alınan darbe girişiminin gerçekte 16 Temmuz gecesi 03:00 sularında yapılmasının planlandığını biliyor muydu?" sorusu sorulabilir. Sorunun cevabı da "İhtimal dâhilindedir" olur.

ÖĞRETİLMİŞ ÇARESİZLİĞİN KULLANIŞLI APTALLARI!

Davanın müştekilerinden olan Adil Serdar Saçan da örgütün FETÖ ile bağlantısı konusunda çarpıcı ipuçları veriyor. Misal Ergenekon operasyonu başlatılırken, Levent Göktaş, Serdar Öztürk gibi hedef isimlerin ofisine tahrif edilmiş CD'ler yerleştirenler Adnancılarmış. Adnan Oktar'ın, itiraflarından en çok korktuğu isimlerden Özkan Mamati de (5 Ağustos 2018'de bu köşede yayınlanan Casus Oktar Terör Örgütü başlıklı yazıda kendisinden epey bahsetmiştim. Okumak isteyenler için yazının linki: https://www.sabah.com.tr/yazarlar/pazar/ferhat-unlu/2018/08/05/casus-oktar-teror-orgutu) Mehdiyet iddiasının amacı hakkında şu önemli ayrıntıyı paylaşıyor:

"Adnan Oktar'a göre Müslümanların yapması gereken ya da yapacakları hiçbir şey yoktu, sadece Mehdi beklenmeli ve ona itaat edilmeliydi. İkinci konu ise Yahudilik ve Masonluk'tu. Oktar'a göre Masonlar ve Yahudiler dünya hâkimi idi. Kitaplarında detaylı olarak insanlara Masonlar'ın ve Yahudiler'in dünyayı nasıl yönettiklerini ve onlar karşısında herkesin çaresiz olduğu düşüncesini anlattı. İnsanların bilinçaltlarına bir anlamda öğretilmiş çaresizlik aşılandı."

Öğretilmiş çaresizlik aşılamak… İnsanları robotlaştırmak ve 'kullanışlı aptal' üretmek için iyi bir yöntem.

Peki, bu yöntem nasıl işliyor? İşte bu sorunun yanıtı için de 3 bin 908 sayfalık iddianamenin satır aralarına girmek zaruri. İddianameyle devam edelim. Metin, Adnan Oktar'ın biyografisiyle başlıyor. Oyun ve halaylarıyla nam salmış televizyon kanalından sonra en çok göbek atılan kanal olan A9'daki doğum günü kutlamalarından anlıyoruz ki Oktar, 2 Şubat 1956 doğumlu. (26 Şubat 1987 tarihli Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi raporuna göre Oktar'a 'Paranoid Şizofren' teşhisi konulmuş. Bununla birlikte NPD (Narcissistic Personality Disorder-Narsisistik Kişilik Bozukluğu hastası olduğunu söyleyen örgüt itirafçıları da var.)

Çocukluk öyküsünün en çarpıcı kısmı babasız büyümesi. Onun dışında, kendisini 'Mehdi' ilan eden ve bu şekilde taraftar toplayan 'suç makinesi' bir örgüt liderine göre alelâde bir mazisi var. Geçelim.

İstanbul Cumhuriyet Savcıları Serdar Akan ve Caner Babaloğlu tarafından hazırlanan 2016/103113 soruşturma nolu iddianamede Mehdiyet iddiasıyla mürit toplama konusunda şöyle deniliyor:

"Örgüt üyelerine her ne kadar açıkça söylemese de, imalar ve yorumlamalarla

kendisinin mehdi olduğuna, peygamberler üstü bir konumda çok özel bir insan olduğuna inandıran örgüt lideri Adnan Oktar, örgüt üyelerinin dini ve manevi anlamdaki zafiyetlerini kullanarak, mehdiyet meselesini örgüt üyelerinin üzerinde bir baskı aracı olarak kullanmış, örgüt üyelerine karşı bir hakimiyet kurmuş ve bu şekilde örgüt içerisinde kendisinin sorgulanması ve eleştirilmesini engelleyip kendisini örgütteki tek otorite haline getirmiştir."

'HÜSNÜ CEMAL, İLMİ KEMAL, MALİ ENVAL'

Şu cümleler ise müritlerin ne tür kişilerden seçildiğini göstermesi bakımından önemli:

"Örgüte katılım yapacak şahıslarda, 'Hüsn-ü Cemal' yani güzel veya yakışıklı olması, 'İlm-i Kemal' yani eğitimli ve kültürlü olması, 'Mal-i Enval' yani zengin, maddi durumunun iyi olması şartları aranmış, söz konusu şartları sağlayan şahısların örgüte katılım sağlaması için özen gösterilmiştir. Aranan kıstaslara uygun kişilerin, sözde tebliğ adı altında propaganda faaliyetlerini

daha etkin yapabileceği örgüt lideri tarafından dile getirilmiş, fakat ilerleyen süreçte bu kişiler, kabiliyetleri çerçevesinde suç işleyen kişilere evrilmiştir."

Aşağıdaki cümleler ise örgütün Masonluk ve Yahudilikle ilişkisine dair veriler içeriyor:

"2008 yılında Masonlar ve Tapınak Şövalyeleri ile ilk temaslar kurulmaya

başlanmış, ilk dönemlerde örgütün temellerini Masonluk karşıtlığı olarak atan Adnan Oktar tarafından, 'esasında Masonluğun hak bir tarikat olduğu, ancak bozulduğu, Masonların kurtarıcı beklentisi ve Yahudilerin Moşiah beklentisi ile Mehdiyetin aynı hususlar olduğu' söylemleriyle Mason localarıyla irtibat kurulması yönünde örgüt mensuplarına talimat vermiş ve böylelikle

Masonların ve Yahudilerin dünyadaki nüfuzlarını kullanarak, destekleriyle gücüne güç katmaya çalışmıştır. Özellikle bu amaçlarla örgüt mensuplarını söz konusu dini yapılanmalarla irtibat kurmak ve ilişkileri geliştirmek için yurtdışına göndermiş, devam eden süreçte de bahse konu yapıların temsilcilerini ülkemize getirerek ilişkilerini geliştirmeye çalışmıştır.

2011 yılında örgüt propaganda kanalları olan; konferanslar, kitaplar ve stand açmalara ek olarak bir de televizyon kanalı kurmuştur. A9 TV olarak yayın hayatına başlayan söz konusu TV kanalında örgüt, dini duyguları ağır basan vatandaşları etkilemek maksadıyla belgeseller yapmış, tartışma programları düzenlemiş, kitaplar ve konferanslar gibi faaliyetlerin de ötesinde geniş bir kitleye ulaşma imkânı bulmuştur. Devam eden süreçte örgüt asıl kimliği ve ideolojisi olan 'Türk Aile Yapı'sını dejenere etme ve dini tahrif etme eksenli programlara yönelmiş, canlı yayınlarda dekolte giyip dans eden kadınlarla dini içerikli programlar yapmaya evrilmiştir.

Söz konusu TV programlarında yurtdışından getirilen başka dinlere mensup şahıslar ağırlanmış, FETÖ ideolojisi benzeri dinler arası diyalog/barış ekseninde programlar yapılmıştır. Yahudilik ve Masonluk karşıtı kitaplar yayımlayan ve propaganda yapan örgüt, gelinen noktada İsrail'in bütünlüğü, Filistin davasının yanlışlığı konularını işlemeye başlamış, örgüt lideri yabancı kişiler tarafından Mason locasına kabul edildiğini canlı yayında beyan ederek Masonluk beratı almıştır. Adnan Oktar, Mason ve Yahudilere iyi görünmek amacıyla, Osmanlı Sultanı 2. Abdulhamit'i hain ilan etmiş, bu doğrultuda 'Yaptığı tek iyi iş İsrail Devleti'nin kurulmasını sağlamasıdır' gibi açıklamalar yapmıştır."

GİZEMLİ AMERİKALI MİSAFİR!

İddianamenin devamında örgüte yönelik casusluk suçlamasının altını dolduracak faaliyetler gözler önüne seriliyor ve bunun delilleri sıralanıyor. Bu faaliyetlerden biri FETÖ'nün yargı darbesi olan 17-25 Aralık'ta etkin biçimde yer alan ABD'li düşünce kuruluşu Foundation For Defence of Democracies'in (FDD) Türkiye masası sorumlusu Jonathan Schanzer ile kurulan irtibat. İddianamenin ilgili kısmını alıntılamadan önce Schanzer ile ilgili bir parantez açalım. Çünki bu zat, bir süredir Türk istihbaratının radarında. Sürekli Türkiye aleyhtarı yazılar yazan Schanzer'ın bahsi bu köşede de geçmişti. (Meraklısı için yazının linki: https://www.sabah.com.tr/yazarlar/pazar/ferhat-unlu/2015/02/08/gayrimilli-istihbarat-operasyonu-7-subat)

Davanın müştekilerinden Ceylan Özgül, Adnan Oktar Örgütü'nün, FETÖ'cü 17-25 Aralık yargı darbesi teşebbüsü ve bunun ABD'deki uzantılarına ilişkin bağlantılarını deşifre etmiş. İddianamede Özgül'ün ifadesi şöyle anlatılıyor:

"Rıza Sarraf'ın ABD'de görülen davasıyla ilgili olarak dava başlamadan önce Adnan Oktar'ın davada bilirkişi olan Jonathan Schanzer ve Mark Dubowitz ile görüşmek istemesi üzerine bunlarla bağlantıya geçip kendisinden görüşme ayarlamasını istediğini, bu kişilerin bağlı bulunduğu düşünce kuruluşu olan Foundation For Defense of Democracies'e mail atarak bağlantı kurduğunu, uzun bir süre bu kişilerle görüşme yaptıktan sonra 2013 veya 2014 yıllarında Türkiye'ye gelip Adnan Oktar ile görüşmelerini sağladığını, buraya geldiklerinde Aylin Atmaca ve Burak Abacı'nın bu kişileri karşıladığını ve görüşmelerde yanlarında bulunduğunu, görüşme içeriğine göre Türkiye ile ilgili yurt dışındaki konularda bağlantıda kalalım ve ortak hareket edelim sonucunun ortaya çıktığını, bu kişilerin İstanbul'a geldiklerinde Tepebaşı'nda bulunan Pera Palas Oteli'nde kaldıklarını ve biletleri dâhil bütün masraflarının örgüt tarafından karşılandığını beyan etmiştir."

Schanzer konusu A9 televizyonunda bir diyalogda da geçmiş. 28 Ağustos 2013 tarihli bir programda şu konuşmalar geçiyor:

"Adnan Oktar: Amerikalı misafirimiz şu an beni dinliyor mu?

Beril Koncagül: Evet. inşaAllah.

Adnan Oktar: Neydi ismi misafirimizin?

Didem Ürer: Jonathan Schanzer.

Adnan Oktar: Bush'un güvenlik danışmanıydı değil mi? Şu an nedir görevi?

Ceylan Özbudak: Şu an hocam, Amerika'nın ikinci en büyük düşünce kuruluşunun başkan yardımcısı.

Adnan Oktar: İkinci en büyük düşünce kuruluşunun başkan yardımcısı, evet güzel. İslam ülkeleri Amerika'ya sahip çıkmak durumunda. Amerika dünya için bir nimet. Eğer Amerika'yı dünya kaybederse, Amerika çok güzel bir nimet olduğu için, o nimeti kaybetmiş olurlar."

TUTSAKLIĞA FİRAR

Burada konuşan kadrodan sadece Beril Koncagül itirafçı oldu. Örgütün Oktar'dan sonraki iki numarası/beyni Ulviye Didem Ürer'in çözülme ihtimali ise epey düşük. Örgütte Adnan Oktar'dan sonra en yetkili kişi Didem Ürer. (Tarkan Yavaş da tüm erkek örgüt mensuplarının üstünde 'Kardeşler İmamı' pozisyonunda yer alıyor.)

Kadınların; yönetmek şöyle dursun, yöneticisi olduğu 'terör örgütü' hemen hiç yoktur. (İlahi Kripto adlı romanımda işlenen kadınların yönettiği Kronosizm Tarikatı bir kurmaca.) ama Adnan Oktar bu konuda epey ilerici tutum takınmış! Örgüt içi cinsiyetçi olmayan bir katılımcı sistem 'üretmiş'! Didem Ürer'le… Ürer; örgütte sapkın ilişkiler sonucu hamile kalan ve soyadıyla çelişse de örgüt ilkelerine bağlı kalmak uğruna kürtaj yaptıran tek kadın yönetici. Onun hikâyesi de en az yönettiği örgütünki kadar ibretlik… Onca sefihliğin karma açısından bir bedeli olmalı değil mi?

Yazıyı bitirirken… Bu örgütü, tanıklardan dinleyip ve örgüt hakkında okuyup, yazdıkça aklıma Marquis de Sade'ın Erdemle Kırbaçlanan Kadın adlı romanındaki şu epigraflık cümle geliyor:

"İşi gücü sefihlik olan biri, ender olarak acınacak bir insandır."

Orjiler, turnikeler ve diğer bilumum sapkınlıklar 'ETÖ'yü/Adnancıları -tarihin bu evresinde fazlaca gündemde tutacak ölçüde- tuhaf ve ibretlik kılıyor, evet. Bununla birlikte örgütün, doğal trajedisi olmayan üyelerinin tarihte iz bırakmayacağı muhakkak. Cezaevine girince özgürleştiğini söyleyen, 'tutsaklığa firar edenler'in ise, en azından anlatacak bir hikâyesi var.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA