Türkiye'nin en iyi haber sitesi
FERHAT ÜNLÜ

İdlib’in ‘makûs tarihi’

Otuz dört Mehmetçiğimizin şehadetine sebebiyet veren 27 Şubat 2020 saldırısından tam 41 gün önce -17 Ocak'ta- İdlib'de, yıllardır sivil katletmekte olan Esad Rejimi, kentin 5 bin 520 yıllık tarihini tarumar eden bir hava saldırısı düzenledi. Saldırıda, Suriye İç Savaşı'ndan önce UNESCO koruması altındaki Ebla Antik Kenti'nde çıkarılan tabletlerin muhafaza edildiği İdlib Müzesi ciddi biçimde zarar gördü. Oysa ki, 2013 senesinden beri muhaliflerin kontrol ettiği mezkûr müzedeki tabletler bugüne dek -tarihi eser kaçakçılarının yağmaları hariç- mümkün mertebe korunmuştu.

2015-2016 döneminde yine UNESCO korumasında olan Palmira Antik Kenti'ni DEAŞ'ın tahrip etmesini uluslararası topluma karşı kullanan Rejim, Suriye İç Savaşı'nın belki de en büyük tarih katliamını 17 Ocak'ta gerçekleştirdikten 13 gün sonra (30 Ocak 2020 tarihi itibarıyla) Ebla Antik Kenti'nin bulunduğu bölgeyi kontrol etmeye başladı.

Savaştan önce antik kentten çıkan gizemli tabletlerin (neden bu kadar önemli olduklarını metnin ilerleyen kısımlarında göreceksiniz) bir kısmını hava saldırısıyla yok eden Esad Rejimi, Ebla'nın bulunduğu bölgeyi ele geçirince -sanki tarihi, iki hafta önce katletmemişçesine- 'Bölgedeki tarihi zenginliği koruyacağı' açıklamasını yaptı!

Esad Rejimi'nin Tarihi Eserler ve Müzeler Genel Müdürü Mahmud Hammud, resmi ajansları SANA'ya yaptığı açıklamada, "Buraya uzman bir ekip göndereceğiz" dedi, diyebildi! İnsanın, "Rus yapımı bombalarınızın tabletlerden ne kadarını yok ettiğini araştırmak için mi?" diye sorası geliyor!

GEÇMİŞİN TRAJİK BENZERLİKLERİ

Bu hafta Üç Boyutlu Portre'de, Mayıs 2017'den beri Türkiye'nin gündeminde olan İdlib'in çok yakın ve çok uzak mazisini, tarihsel paralellikleri gözler önüne sererek çizmeye çalışacağız. Zira antik İdlib kenti Ebla'nın Milattan Önce 2 bin 500-1.600 yılları arasındaki öyküsü ile İdlib'in Mayıs 2017-Mart 2020 arasındaki sergüzeşti arasında trajik benzerlikler var.

Günümüzle başlayalım: Rejimin, askerlerimizi şehit ettiği kalleş saldırının, cevabını misliyle aldığı Türk Silahlı Kuvvetleri operasyonları sürerken 5 Mart'ta Moskova'da Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'in görüşmesinin ardından imzalanan ek protokolün maddeleri İdlib'in yakın mazisini üçe ayırmamızı gerekli kılıyor.

4 Mayıs 2017'de Türkiye, Rusya ve İran'ın Astana'da imzaladığı 'Çatışmasızlık Bölgeleri Mutabakatı' İdlib için bir umut doğurmuştu. Ne var ki rejimin sık sık ihlal ettiği bu mutabakatın yetersiz olduğu anlaşılınca Rusya ve Türkiye, 17 Eylül 2018 tarihinde 'İdlib Gerginliği Azaltma Bölgesi'ndeki Durumun İstikrarlılaştırılmasına İlişkin Muhtıra'yı imzaladı. Ve nihayet geçtiğimiz perşembe günü de 5 Mart 2020 ek protokolü imzalandı. Bu protokolün üç maddesinin bize bildirdiği şu:

"1- İdlib gerginliği azaltma bölgesindeki temas hattı boyunca tüm askeri faaliyetler 6 Mart 2020 tarihinde saat 00:01'den itibaren durdurulacaktır.

2- M4 karayolunun kuzeyinde 6 km ve güneyinde 6 km derinliğinde bir güvenli koridor tesis edilecektir. Güvenli koridorun işleyişine dair ayrıntılı esas ve usuller, Türkiye Cumhuriyeti ve Rusya Federasyonu Savunma Bakanlıkları arasında 7 gün içinde kararlaştırılacaktır.

3- Türk-Rus ortak devriyeleri, 15 Mart 2020 tarihinde M4 karayolunun Trumba'dan (Serakib'in 2 km batısı) Ain-Al-Havr'a kadar olan kesimi boyunca başlatılacaktır."

İDLİB UYGARLIĞI ÜÇ KEZ YIKILDI

Şimdi, hayalimizde canlandırdığımız bir zaman makinesiyle bundan 5 bin 520 yıl öncesinin İdlib'ine gidelim. Dünyanın şu ana dek tespit edilmiş ilk kütüphanesinin de kurulmaya başlandığı M. Ö. 3 bin 500 senesindeki Antik Ebla Kenti'ne...

Bugünkü Musul'un yanı başında bulunan Asur başkenti Ninova'da M. Ö. 7. yüzyılda kurulmuş Asurbanipal Kütüphanesi kadar büyük değil, ama ondan çok daha eski olan Ebla Kütüphanesi, 1964 yılında henüz 24 yaşındaki bir İtalyan arkeoloğun bulduğu tabletlerin dilinin çözülmesiyle keşfedildi.

Halep'in 55 km güneybatısındaki Ebla'da (Arapça adı Tel Mardikh'tir) ilk kazılar Roma Sapienza Üniversitesi'nden Paolo Matthiae öncülüğünde başlatıldı. Şimdi 80 yaşında olan bu adam -şayet İtalya'da Korona'ya yakalanmadıysa- bin bir emekle bulduğu tabletleri bombalarla ortadan kaldırdığı için Esad Rejimi'ne ateş püskürmeli.

Tablet deyince Mustafa Kemal Atatürk'ün kayıp 'Mu Kıtası'na ilişkin enteresan fikirlerini öğrenmek için görüşmek istediği James Churchward'ın -kendisi dışında Allah'ın bir kulu tarafından görülmemiş-Nacaal Tabletleri ya da Musevi asıllı uçuk Sovyet yazar Zecharia Sitchin'in -ne kadar vakıf olduğu meçhul Sümercesiyle- okuduğu Sümer Tabletleri gibi bir şey aklınıza gelmesin. Zira Ebla Tabletleri, işin ehilleri tarafından okunup çözüldüğü için bilimsel anlamda büyük değeri olan antik materyaller.

1964'te başlayan Ebla kazılarında ilk bulunan materyal, İbbit Lim isimli sözde bir tanrıçanın heykeliydi. Çok geçmeden arkeologlar o ilginç tabletlere ulaştılar. Toplamda tam 17 bin adet tablet parçası bulundu. Bunların hepsi, gizli servislerce yok edilmiş kıymetli evrakı profesyonelce bir araya getiren istihbaratçıların hassasiyetiyle birleştirilince ortaya 2 bin 500 adetlik bir 'tablet külliyatı' çıktı.

Tabletlerin çevirisini, Roma Üniversitesi Asuroloji (Astroloji değil, Asuroloji!) uzmanı Giovanni Pettinato yaptı. Buna göre tabletlerin yüzde 80'i Sümer yazısı ile yazılmıştı. Diğerleri ise bilinmeyen bir Semitik dildeydi. Bu dile Eblaite adını verdiler.

Sümer yazısı ve Eblaite lisanıyla yazılmış tabletlerde yalnızca dönemin dini, ekonomik, kültürel, sosyal ve politik gerçekleri değil, "Tarih tekerrürden ibarettir" sözünü haklı çıkarırcasına bugünün İdlib'inin meselelerinin o gün de geçerli olduğunu ispat eden diplomatik ve askeri bilgiler de bulunuyordu.

Ve fakat tabletleri kıymetli kılan, keşfi de 20. yüzyılın en önemli arkeolojik buluşu haline getiren sürpriz bu değildi. Ebla'nın bu tabletler sayesinde Sümer, Babil ve Asur uygarlıkları haricinde Mezopotamya'nın dördüncü büyük uygarlığı olarak keşfedilmesinden de öte bir sürprizdi bu.

Sonradan tahrif edilecek Tevrat ve İncil'in yazılmasından çok önce yazılmış Ebla Tabletleri'nde peygamberlerin adı geçiyordu. Evet, İbrahim (Ab-ra-mu) ve İsmail (Iş-ma-il) ve Davut (Da-u-dum) peygamberlerin…

Ayrıca tabletlerde dört büyük melekten biri olan Mikail'in de (Mi-ka-il) adı geçiyordu.

Tabletlerde rastlanan bir başka şaşırtıcı isimse Sodom ve Gomora idi. Malum, Sodom ve Gomora, Hazreti Lut'un, tebliğleriyle Hakk'a çağırdığı, ama ne yaptıysa yola getiremediği sapkın Lut kavminin yaşadığı yer. Tabletlerde Ebla'nın kuzeydoğusunda bulunan ve Hazreti İbrahim'in de geldiği yer olarak bilinen peygamberler şehri Harran'dan da 'Ha-ra-na' diye bahsediliyordu.

TÜBİTAK'ın Bilim ve Teknik Dergisi'nin Eylül 1977 ve Ekim 1978 sayısına göre Amerikalı arkeoloji uzmanı ve dinler tarihi araştırmacısı David Noel Freidmann, yaptığı incelemelere dayanarak tabletlerdeki isimlerin İbrahim, İsmail ve Davut peygamberlerin adları olduğunu doğruladı.

Yıllar Boyu Tarih Dergisi'nin Ocak 1982 sayısına göre ise tabletlerden birinde şu cümleler yer alıyordu:

"Göğün ve yerin tanrısı

Dünya yoktu, sen yarattın onu

Gün ışığı yoktu, sen yarattın onu

Sabahın ışığını var etmemiştin henüz."

Bütün bu bulgular, İdlib'de bulunan Ebla Tabletleri'nin, Hazreti Âdem'den beri yeryüzüne gönderilen peygamberlerden bir kısmının adının Tevrat ve İncil'den önce de bilindiğini gözler önüne seren tarihsel kanıtlar niteliğinde olduğunu gösteriyordu. Bir başka deyişle Tevrat ve İncil'den önce de peygamber geldiği bir sır değil, ancak tabletler bunun bilimsel delili niteliğinde.

Ebla Uygarlığı'nın dini, bu tabletlerin bulunmasından sonra 'Kenan dini' olarak nitelendirilmeye başlandı. Din demişken… Tabletler, Ebla'da kadınların din ve devlet işlerinde etkin olduğunu da gösteriyordu.

TARİHİN TRAJİK TEKERRÜRÜ

Ebla Uygarlığı, en parlak dönemini Milattan Önce 2 bin 600 ile 2 bin 240 yılları arasında yaşadı. Uygarlık, o dönemlerde Mezopotamya ve Mısır arasında önemli bir ticari köprüydü. Hatta ilk zamanlarında, yani Bronz Çağı'nda bir ticaret imparatorluğu idi. Refahı, tarım ve hayvancılık ekonomisinden kaynaklanıyordu. Ekonomik gelişme sağlayarak Kuzey ve Doğu Suriye'de hatırı sayılır bir egemenlik kurmuştu. Tebaası genişti ve Mısır, İran, Sümer kent devletleriyle ticaret ve diplomasi ilişkileri tesis etmişti.

Tabletlerin bize anlattığına göre Ebla'nın anlamı 'Beyaz Kaya' idi. Ve kent, adını, kuvvetle muhtemel inşa edildiği dönemde orada bulunan kireç taşlarına göndermeyle almıştı. 'Beyaz Kaya'da bulunan tabletlere göre Milattan Önce 2 bin 500 yıllarında Ebla Kralı Kun-Damu, şimdiki Deyrizor bölgesine yakın olan antik kent Mari'yi aldı. Yani günümüzün Esad'ı gibi topraklarını Suriye içinde genişletti. Ne var ki onun saltanatı döneminde devletin gücü azalmaya başladı.

Savaşlar Isar Damu adlı kral döneminde de devam etti. Bu savaşlardan ötürü Ebla ile Güney Mezopotamya arasındaki ticaret yolları kapandı. Tıpkı 5 Mart Mutabakatı'na göre Türk ve Rus askerinin ortak devriye atacağı ticari açıdan önemli M4 karayolunun (Halep-Lazkiye yolu) kapanması gibi… Boşuna demiyorlar, tarih tekerrürden ibarettir diye…

Ebla devleti, düzenli ordusuyla 'isyancı' tebaaya karşı savaşı devam ettirdiği için 2 bin 400 yılında yıkıldı. Böylece Mardikh 1 adı verilen ilk krallık tarihin arka bahçelerine gömüldü. Akadlar'ın ilk kralı Sargon ve onun torunu olan Naram Sin, bu dönemde Ebla'yı, kuzeybatı sınırlarına dek işgal etti. Öyle ki, bizim Hatay'daki Amanos Dağları'nın ormanlarına dek uzanan sınırlardı bunlar. Ebla, Lazkiye'deki antik kent Ugarit'te dünyanın ilk müziğini besteleyen Hurriler'in kısa süreli işgalinden de nasibini aldı.

Derken 2 bin 300 ile 2 bin yılları arasında Mardikh 2 adı verilen ikinci krallık kuruldu. Bu krallık da M. Ö. 2050 ile 1950 yılları arasında tam olarak tespit edilemeyen bir tarihte yıkıldı.

İdlib'de kurulan ve ilk evresini 2 bin ile 1800 yılları, ikinci evresini ise 1800 ile 1600 yılları arasında yaşayan üçüncü krallık da (Mardikh 3) 1600'de Hitit Kralı 1. Murşili'nin akınlarıyla yıkıldı. Uygarlık, son kral İndilimma dönemindeki bu üçüncü yıkımdan sonra iflah olamadı.

Mardikh 4, M. Ö. 1600-1200 arasında; Mardikh 5, 1200-535 arasında küçük yerleşim yerleri olarak varlığını korudu. Mardikh 6 ve Mardikh 7 ise Milattan Sonra 7. yüzyıla kadar gene küçük yerleşim yeri olarak tarihe direndi. Ne var ki Ebla, bu dönemden sonra -ta ki 1964'te keşfedilene dek- yok oldu.

ARABİSTANLI LAWRENCE'IN EBLA KAZISI

İdlib ve Halep'in Osmanlı Devleti dönemindeki durumunu da resmettikten sonra Bu Haftaki Üç Boyutlu Portre'yi toparlayalım. (Yazıyı -tamamladıktan sonra kısa versiyonu hazırlarken buharlaştığı için- baştan sona yeniden yazmak zorunda kaldım. Umarım bir öncekinden verimsiz olmamıştır!)

İdlib, Yavuz Sultan Selim'in Memlük Sultanı Kansu Gavri'yi yendiği Mercidâbık Savaşı'ndan sonra (24 Ağustos 1516) Osmanlı hâkimiyetine girdi. Osmanlı döneminde şehir, ticaret merkezi konumundaki Halep'e yakın olduğu için büyük bir gelişme kaydetti. Halep, Osmanlı egemenliğine girdikten sonra Doğu Akdeniz'in önemli bir ticaret merkezi oldu. Öyle ki 16. yüzyılda Avrupalıların ticari faaliyetleri Şam'dan Halep'e kaydı.

17. yüzyılda Halep'in ticari üstünlüğü ve dolayısıyla İdlib'in gelişimi devam etti. O dönemdeki veba salgınına rağmen Halep'in nüfusu 100 bin civarındaydı.

Halep ve İdlib'i Birinci Dünya Savaşı'nda kaybettik. Mondros Mütarekesi'nin imzalandığı Ekim 1918'de… 1 Ekim 1918'den itibaren İngiliz kuvvetleri Şam'a girdi. 25 Ekim günü Halep'in güneyinde düşmanla büyük muharebeler yapıldı. Ne var ki şehir kısa bir sürede İngilizlerin ve Arap isyancıların eline geçti.

1918'ten üç yıl önce Çanakkale'de düşmanı bozguna uğratan ülkemizin banisi Mustafa Kemal Atatürk, askeri imkânsızlıklardan ötürü ordumuz yenilince askerlerimizi Halep'in kuzeyine, yani bugünkü sınırlarımıza çekmek zorunda kaldı. Böylece Suriye topraklarından çekilmiş olduk.

Biz oradan çekilmeden üç yıl önce İdlib, Çanakkale'ye çok sayıda asker göndermişti. Bu askerlerden hatırı sayılır bir kısmı şehit oldu. Gelibolu Yarımadası'ndaki şehitlikte şimdi 121 İdlibli yatıyor.

Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Mithat Atabay'ın verdiği bilgiye göre İdlibliler, Halep Asker Alma Dairesi'ne müracaat ettikten sonra düşmanla savaşmak üzere Çanakkale cephesine gitmiş ve 26. Tümen'de görev almışlardı. İdlibliler, Çanakkale Cephesi dışında da 200 şehit vermişlerdi.

İdlib, henüz Osmanlı'nın elindeyken, Atatürk'ün doğduğu sene (1881) Ebla Krallığı'nın bir parçası olan Karkamış'ta (bugünkü Gaziantep sınırlarındaki antik kent) arkeolojik kazılar başlamıştı. Osmanlı'nın yıkılışında önemli rolü olan ve Irak'ın sınırlarını çizen meşhur Gertrude Bell'in öğrencisi İngiliz casus Thomas Edward Lawrence da 1920 kazılarında görev yaptı.

Suriye İç Savaşı'nın olağan bir sonucu olarak Ebla'daki kazılar Mart 2011'de durdu. Ebla bölgesi 2013'te Özgür Suriye Ordusu'nun eline geçti. Ekim 2015'te Rusya'nın 'züccaciye dükkânına girmiş ayı' misali rejim lehine sahaya inmesiyle birlikte hava saldırıları sonucu Ebla büyük zarar gördü. Ne var ki hiçbir zarar, müzenin bir kısmının yıkıldığı 17 Ocak 2020 hava saldırısındaki kadar geniş çaplı olmamıştı.

Bu yazının konusu olan İdlib'in uzak mazisine dair net bilgiler edinmemizi sağlamış kanıtların bugüne ulaşmasının en önemli sebebi, kilden mamul tabletlerin -misal Mısır papirüsleri gibi- yangın ve diğer yok edici felaketlere dirençli olmasıydı. Ancak takdir edersiniz ki, Suriye'ye havadan indiğinden beri Esad Rejimi ile birlikte binlerce sivil katleden Rusya'nın bombalarına dayanacak bir tablet de yok. İnşallah 5 Mart ek protokolü, 'züccaciye dükkânına girmiş ayının şımarık yavrusu Esad rejimi'ni durdurur.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA