Henüz on iki yaşında yaptığım bir müze gezisini hatırlarım. Biri dışında sergilenen hiçbir eser zihnimde yer etmedi, o eser Edward Much'ün ''Çığlık'' tablosuydu! İlk gördüğüm andan itibaren bu tablo benim için korku ile özdeşleşti. Günlerce bu korku dolu siluet yüzünden uyuyamadım. Yıllar ilerleyip sanata ilgim arttıkça Alman Ekspresyonizmini daha iyi tanıdım. Ama benim için her zaman bu sanat akımı korku ve endişe ile anıldı. Bu sebeple Moma'da ''Alman ekspresyonistleri'' sergisine yalnız başıma gitmeyi aklımdan bile geçirmedim. Benim için sergi bir korku tüneline dönüşebilirdi.
Bu önemli günde bana çok nadide arkadaşım ''Afet-i Devran'' eşlik etti. Güne olumlu düşüncelerle başladım. Hayattan zevk alan, geleceğe umutla bakan bir halet-i ruhiye içinde Moma'nın merdivenlerini çıktım.
Kapıdan girdiğinizde sizi Lehmbruck'ün ''Diz çökmüş kadın'' heykeli karşılıyor. Bu etkileyici eser Lehmbruck'ün diğer tasvirleri ile beraber sizi hüzünlü uzun bir yolculuğuna çıkartıyor. Tasvirler adeta Ümit Yaşar Oğuzcan'ın Acılar Denizi şiirini anlatıyor. Daha serginin başında ''Bu karanlık bitse artık, bir ay doğsa'' diyorum (Ümit Yaşar Oğuzcan).
Afet-i Devran ile sergiyi gezmeye devam ediyoruz, bir yanımda dünyevi güzellikler bir yanımda ulvi çirkinlikler kendimi arafta hissediyorum. Abarttığım düşünülebilir ancak abartan ben değilim Otto Dix! Serginin büyükçe bir duvarı Otto Dix'in savaşı betimlediği bir seriden oluşuyor. Dix savaşın içinde barındırdığı vahşet, korku, çaresizlik ve acıyı bir fotoroman misali gerçekçi resmetmiş.
Sergi 1908 ila 1923 yılları arasında çeşitli Alman sanatçılar tarafından yaratılan 250'den fazla eseri kapsıyor. Sergide yer alan bazı sanatçılar Ernst Ludwig Kirchner, Käthe Kollwitz, Emil Nolde, Otto Dix, Oskar Kokoschka hatta Wassily Kandinsky.
İki dünya savaşının mimarı Almanlar, şüphesiz karanlık iç dünyalarını betimleme alanında da rakipsizler. Pandoranın kutusundaki tüm kötülükler bu sergide resmedilmiş. Kısa bile olsa insanı duygusal anlamda yoran ve yıpratan bir sergi. Serginin tek eksiği fonda çalması gereken bir Wagner ve ya Mahler. Bir de onlar olsa o odadan hiç çıkamazdık herhalde!
Serginin sonunda hayatıma daha fazla güzellikler eklemeye karar verdim. İlk işim ''Afet-i Devran'' ile bir kadeh şarap içmek oldu. Keyfimin yerine gelmesi pek uzun sürmedi. Bana görme özürlü bir hayranının ona yazdığı şiiri gösterdi. Şaşırmadım ama şaşırmış gibi yaptım! Bana başka bir şiiri hatırlattı.
''Körler onları görmese de, yıldızlar vardır...'' (Nazım Hikmet).
Günün sonu, onca düşünce ve sanat eserleri arasında iyiden iyiye yorulmuşum. Veda saati geldiğinde ''Afet-i Devran'' a son bir defa baktım ve anladım; sanatın en etkileyici hali insanın kendisi.
Tan.yesilada@gmail.com