Türkiye'nin en iyi haber sitesi
HINCAL'IN YERİ HINCAL ULUÇ

Tiyatroma kavuşmak ne güzel şey!..

Sesli dinlemek için tıklayınız.

Salomanje'de otururken geçen hafta başında, baktım Nilgün Belgün girdi kapıdan. Bizi gördü, Erol Kaynar'la otururken. Derhal yanımıza geldi. "Perşembe gecesi Trump Tower'da galam var. Kaç kişi isterseniz gelin" dedi..
Yahu nasıl tiyatro özlemi var içimde.. Artı.. Bir de Nilgün.. Perşembeye dek gün saydım.. Erol gelemedi. Kardeşi Varol ile arkadaşını aldım onun yerine.. Kulenin girişinde Big Chief var. Orda hızlı bir yemek.. Varol, "Trafik kötü, erken çıkalım" dedi. Erken çıktık. Trafik kötü değil, rezilin rezili.. 90'lı yıllardan beri orda yaşıyorum. Trafiğin Alkent çıkışında tıkalı olduğunu ilk defa yaşıyorum. Bizim Fatoş'un her gün yarım saatte yürüdüğü yolu biz araba ile 45 dakikada alamadık. Trafik tıkalı değil.. Durmuş.. Resmen, alenen duruyoruz.. Yayalar bizi geçiyor ve gözden kayboluyor, anlayın..
Sonunda Nispetiye Caddesi'ni Büyükdere Caddesi'ne bağlayan tünelin (Üzerinden cadde geçiyor zaten) içine bir saatte varabildik ki, krizin sebebi anlaşıldı. Orada bir otobüs dörtlüleri yakmış duruyor. Şoför dahil kimse yok.. Ve ortada ne polis var, ne belediye zabıtası..Yol inmiş tek şeride.. Tıkanıklık Alkent'e dek gerilemiş, o otobüsü çeken yok..
İstanbul sahipsiz çünkü.. İstanbullu kaderine terk edilmiş çünkü..
"Artık yemek yemez, birer sandviçle idare ederiz" derken oyunun 20.00 değil, 20.30'da başladığını öğrenince gene Big Chief'e girdik. Çocuklar hemen 4 kişilik bir masa buldular. Oturduk.. "Liste" dedik, yokmuş. O ünlü, o koca zincirin masaya götürecek menüsü yok iyi mi?. Masada bir küçük cam levha var. İçinde karekod.. Menü onun içindeymiş. Hemen telefonu çıkardım. Karekod uyarlamasını masadaki karekoda tuttum. Bir yazı çıktı.. "İnternetiniz olmadığı için, uygulamanız çalışmıyor."
Ne demek bu.. Hem her masaya karekod koyacaksın, hem de içerde internetin olmayacak.. Seyyar internet var mı, her müşteri yanında getirsin?. Menü de yok.. İnsanda utanma olur biraz..
Big Chief, minnacık bir komi oldu bir anda..
"Hadi kalkıyoruz" dedim.. Yürüye yürüye Köfteci Ramiz'e.. Ordan da tiyatroya yetiştik..
Nasıl mutluyum bilemezsiniz.. Tiyatroma kavuşmak tüm öfkelerimi süpürdü. Nevra Serezli'yi de görmem mi orada.. Ağaçlar Ayakta Ölür'ün muhteşem oyuncusu..
Sımsıkı sarıldık.. "Ağaçlar ölmez Nevra" dedim.. "Ağaçlar ayakta yaşar!."
İşte Nevra geçirdiği acılara rağmen dimdik ayakta ve hâlâ sahnede.. 77 yaşında ve son yılların en büyük oyununda başrol oynuyor.. Devlet Tiyatrosu'nda olsa, o muhteşem Nevra da şutlanmıştı düşünün.. Sanata ihanetin böylesi.. "Şimdi oyun iptal edilse gam çekmem Nevra" dedim. "Seni gördüm ya.."
Sonunda içeri girdik.. Girerken öğrendik ki, iki kişilik bir oyun ve öbür kişi de Bekir Aksoy.. Cüneyt (Türel), Cihan (Ünal) ve Can'dan (Gürzap) sonra, 1900'lü yılların dünyada en büyük oyunlarından biri Sanat'ı oynamaya cesaret eden üç gençten biri.. Ustaları aratmayan o ekipteydi işte Bekir..
Kalpten Kalbe, Peter Quilter'in oyunu.. Zeynep Anacan ve Serkan Budak çevirip uyarlamış, İstanbul'a getirmişler.. Çok da iyi yapmışlar.. Alkış..
Oyun arka arkaya üç öykü. İlk öykü, olgun erkek ile kadın, eş bulmak için bir dergiye rumuzla müracaat etmiş ve İnci Pastanesi'nde randevulaşmışlar. İkincide, karı-koca boşanmaya karar vermiş ve "Bu işi kavgasız gürültüsüz, uygarca yapalım" demişler ve bir tatile çıkmışlar. Veda tatili.. Üçüncü öykü de bir kardeş dördüncü kez evlenecek ablasını düğün töreninde koluna alıp salona girecek, götürüp damada verecek. Olay yeri, düğünün olduğu otelin odası..
Nilgün ve Bekir nasıl birbirlerine yakışan bir çift olmuşlar.. Yönetmen Serkan Budak, bu iki ustayı biraz ve de bilinçli serbest bırakmış sanki.. Nası l rahattı ikisi de.. Nasıl bulunmaz bir ikili oldular, üç öyküde de.. Finalde alkışlar dinmedi de dinmedi..
Nilgün'ü ayrı, Bekir'i ayrı alkışlarken bir yandan da düşündüm.. "Ali nasıl kaçırdı bu Nilgün'ü elinden?."
Ali Poyrazoğlu ve Nilgün Belgün ne harikalar yaratmış, tiyatroya ne kadar yeni seyirci kazandırmışlardı iyi bilirim.. Nilgün gene harika bir partner bulmuş..
Oyun sonu kokteylde bu düşündüklerimi Nilgün'e söyler ve "Ali seni nasıl kaçırdı?" diye sorarken "Sakın bunu yazma, Ali çatlar" demez mi?.
Valla çatlar mı çatlamaz mı bilmem ama, benim kadar mutlu olacağını bilirim.
Tiyatroda her başarı Ali'yi sevindirir.. Hele Nilgün, daha da sevindirir.
Unutmadan oyunda şarkı da söylüyorlar, Nilgün'le Bekir.. Müzik direktörü Metin Özülkü. Dans da ediyorlar. Koreografi Erhan Kuş.. Ve özellikle Nilgün'ün öykülere çok uygun kostümleri Sadık Kızılağaç'a ve de o çok pratik, çok kolay değişen ve oyunun tek perde olmasını sağlayan dekorları yapan Cihan Aşar'a da alkışlar tabii..
Bu kentte, hangi oyunun, ne zaman, nerde olacağını bilme imkânınız yok. Onun için "Görün" diyorum, ama nasıl göreceksiniz bilemiyorum. Turneye çıkıp Anadolu'ya gelirlerse bir şekilde duyarsınız ama, İstanbul içindeki turlarını bulma şansınız barbut oynamak gibi.. Zar atın, Google'a girip "Kalpten Kalbe Oyun" yazarak. Belki çıkar!.
Bu satırları okudunuz mu İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu?. Okudunuz mu İstanbul Belediyesi Kültür Daire Başkanı?.
Hadi bi zahmet!.. Hadi bi gayret!.
..Ve de tabii Basın Müşaviri Başdanışman Murat Bey kardeşim!.
Hele bir düşünün de kendiniz bulun.. Ben önerirsem, "Hıncal'ın dediğini yapmış olmamak için, yapacağınız varsa da yapmaz ve susar oturursunuz" biliyorum, Kuzguncuk'ta yaptığınız, pardon hiçbir şey yapmadığınız gibi!.

***

BKM GENE BAŞARDI!..

BKM'nin her başarısında, yıllar yıllar önce, bir mahalle sinemasından bozma Kültür Merkezi'nin balkon kulisindeki kitap satış standının başındaki iki genç kardeşe sorduğum soruyu hatırlarım..
"Siz geri zekâlı mısınız?. Burası bir fakir mahalle arası. Caddeden araba giriş yolu bile yok.. Niye sahiplendiniz ki burayı?."
Gülümsediler "Görürüz" der gibi.. Ve gördük. Orası zamanın Beşiktaş Belediye Başkanı Ayfer Atay'ın bir sinemadan bozup yaptığı Beşiktaş Kültür Merkezi idi.. BKM yani..
..Ve de neler neler yaptılar, o yıllar içinde.. Çünkü soru sorduğum kardeşlerden biri Yılmaz Erdoğan'dı..
Sahneyi ve sinemayı çok iyi bilen, ama mali işlere benim gibi fazla kafası basmayan Yılmaz kardeşim, yönetimin başına Necati Akpınar'ı getirince, BKM, sahne, sinema ve televizyon konularında efsaneye dönüştü. Bunu hep biliyorsunuz.
Şimdi nerden mi çıktı BKM, derseniz, Netflix'e girin ve BKM'nin sadece onlar için yaptığı "Babamın Kemanı" adlı filmi izleyin..
İzleme niyetim falan yoktu aslında.. Sonra bir minik haber okudum bir yerlerde..
Ocak ayının son haftasında Babamın Kemanı, Netflix'in Türkçe dışı filmler klasmanında 9 ülke filmini geçerek "En çok izlenen" olmuş.. Dünyada toplam 13 milyon saate yakın Netflix ekranında kalmış, bizim film..
Geçen hafta içinde açtım ve bir nefeste izledim.. Bu kadar rahat izlenen, yer yer güldüren, yer yer ağlatan, baştan sona duygusal bir film..
İki kardeş var.
Biri Galata Kulesi etrafında keman çalıyor, yanında üç arkadaşı ile sokak orkestrası kurmuşlar.. Gelene geçene çalıyorlar. Biterken kemancının kızı olduğunu öğrendiğimiz 9 yaşında bir kız da "Paralar şapkaya" diye bağıra bağıra bahşiş topluyor..
Öteki kardeş de kemancı. Ama İtalya'da keman okumuş. En yükseğine dek. Müthiş de yetenek olunca, dünya çapında bir virtüöz olmuş.. Konserleri yok satıyor. Bahçeli bir villada oturuyor.
Belli.. Bir dram, belki de trajik olay iki kardeşin arasını açmış. Küstahlık derecesinde kibirli olan kardeş, abisi ve yeğeni olduğunu kabul etmiyor bile..
Ama ağbi, ölümcül hasta. Kızını amcasına emanet etmezse gözü arkada gidecek.. Gerisi filmde kalsın artık..
Beni asıl yakalayan, oyunculuk ve yönetim oldu..
Engin Altan Düzyatan'ı ilk defa izliyorum, dersem inanın. Ama böyle bir oyunculuk beklemiyordum, ona da inanın. O şımarık, küstah, kibirli, sevgi duyusu mahrumu adamı harika canlandırırken, hayatına girmesini engelleyemediği bir küçük kız tarafından adım adım dönüşümünü de en inandırıcı oynamayı başardı.
Sanırım burada Yönetmen Andaç Haznedaroğlu'nu da kutlamak lazım. Filmde en küçük roller dahil, "Kötü oynadı" denecek tek kişi yok.. Küçük kızı oynayan Gülizar Nisa Uyar ve onun sokak orkestrası gecekonduda yatıp kalkan ekibi ve Kibirli'nin kız arkadaşı olan Belçim Bilgin dahil..
Netflix'i olanlar tıklasın.. Canı sıkılan kalkar kapatır.. Tabii canı sıkılan olursa..

***

Zeynep Özyılmazel
YARIN YENİ BİR GÜN!


Cumartesi öğle saatleri. Evdeyim. Yalnızım. Hava kapalı.
Dün akşam sahneye çıktım. Eve dönünce her sahne sonrası olduğu gibi hemen uyuyamadım. Ve her sabah olduğu gibi yine erkenden kalktım. Uzun uyuyabilmeyi çok isterdim. Olmuyor. Yorgunum.
Canım hiçbir şey yapmak istemiyor. Canım son zamanlarda pek bir şey yapmak istemiyor. Her ne yapıyorsam da istemeye istemeye yapıyorum.
Yok bu yalan oldu. Az önce kardeşimin yaptığı havuçlu keki bayağı isteyerek yedim.
Pek neşem yok diyelim. Pandemi sırasında edindiğim yaşananlara olumlu tarafından bakabilme yeteneğimi kaybetmiş gibiyim. Ama "gibiyim". Öyle kolay kolay kaybolmaz o. Yakın zamanda kendisini tekrar göstermesini bekliyorum.
Hayatta bazen üzgün, umutsuz, kafası karışık olmak da var değil mi? Ona da izin vermek lazım.



Genel olarak kendinden memnun biriyim. Ama bugün değilim. Kimseyi görmek istemiyorum. Ya da kimse beni görsün istemiyor da olabilirim.
Zaten saçımı kısa kestirdiğime de pişmanım. Güzel oldu olmasına da ben bir türlü alışamadım. Yeniden uzayana kadar bir süre can çekişecekmişim gibi duruyor.
Az önce internette arama motoruna, "Duygusal şiddet nedir?" diye yazdım. Çünkü bu ruh halime bir sebep bulmalıyım ve böyle bir duruma maruz kalmış olabileceğimden şüpheleniyorum.
Enteresan bilgiler var. İnsan böyle bir durumun içinde olduğunu fark edemeyebiliyormuş bile. Açın okuyun.
Şu "olumlu tarafından bakma" konusuna geri dönersek... Hani kendisini tekrar göstermesini beklemesek, bir destek atsak...
"Nasıl bu yaşımda böyle bir seçim yapabildim?" diye düşünmek yerine, "Ama hemen fark edip gerekeni yaptım!" diye düşünmek işe yarar mı?
Enerji kanalından girip, "Kendime bunu nasıl çektim?" diye düşünmek yerine, geçen gün yaktığım ada çayının tüm evin ve benim enerjimi temizlediğine ve böyle bir şeyin tekrar yaşanmayacağına inansam olur mu?
Peki "Venüs geri gidiyordu, yanında Merkür'ü de götürüyordu, şubat başı bunların hepsi son buluyor, yani önümüzdeki hafta!" deyip, yüzüp yüzüp kuyruğuna gelmekle avunsam olur mu?
Ya da ben en iyisi, yalnız kalmaktan korkmadığım, kötü bir deneyimi uzatmadığım, ne istediğimi bilebildiğim, ne olursa olsun umudumu kaybetmediğim, kendime olan sevgi ve saygımı her şeyden üstün tutabildiğim, ihtiyacım olduğunda yanımda olacak değerli insanlara sahip olduğum ve ne olursa olsun kalbimde kötülük biriktirmediğim için kendimi tebrik edeyim.
Neydi... Hah!
Yarın yeni bir gün!
.........
Müzik önerisi: Tomorrow - Charles Strouse, Andrea McArdle, Peter Howard (Çocukluğumun unutulmaz Annie müzikalinden).

#onbirkahvesi
#ZeynepÖzyılmazel

***

PAZAR NEŞESİ

4 yaşında: Başarı donuna kaçırmamaktır.
12 yaşında: Başarı arkadaş sahibi olmaktır.
18 yaşında: Başarı oto ehliyetine sahip olmaktır.
20 yaşında: Başarı seks yapmaktır.
35 yaşında: Başarı para sahibi olmaktır.
50 yaşında: Başarı para sahibi olmaktır.
60 yaşında: Başarı seks yapmaktır.
70 yaşında: Başarı oto ehliyetine sahip olmaktır.
75 yaşında: Başarı arkadaş sahibi olmaktır.
80 yaşında: Başarı donuna kaçırmamaktır.

***

LATİN ÖZDEYİŞLERİ

"Animo imperabit
sapiens, stultus serviet!."
"Bilge yüreğine hükmeder, budala boyun eğer!."

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA