Türkiye'nin en iyi haber sitesi
FERHAT ÜNLÜ

Varyantlar ve ‘mikro-Süpermenler’

Zaman makinesine binip Aralık 2019'da Çin'de görülen orijinal Koronavirüs varyantını (D614G) taşıyan meçhul kişiyi filyasyon operasyonuyla tespit edip gerekeni yapamayacağımıza göre; (Tedavi edelim, karantinaya alalım, hatta insanlık hayrına onu öldürelim diyenler çıkacaktır) Kovid-19'a karşı tek büyük kozumuz, zamanımızın bu evresinde 'mikro-Süpermen' muamelesi gören aşılar. Zira aşı türümüzün -ister kabul edelim, ister etmeyelim- 232 yıldır virüsler ve mikroplarla mücadelesinde kullanabildiği tek silah.

İnsanlığın mikrop ve virüslerle tanışmasının mazisi epey eski. Arkeolojik bulgular, Verem Mikrobu'nun üç milyon yıl önce var olduğunu gösteriyor. Hatta 'dinazorların başını mikro-organimazların yediği' yönünde tezler dahi var.

Modern aşıların atası olan aşı ise, Fransız Devrimi'nin gerçekleştiği sene, yani 1789'da İngiliz cerrah Edward Jenner tarafından bulundu. Jenner, geliştirdiği Çiçek Aşısı'nı ilk olarak köyündeki çocuklar üzerinde denedi. Başarı kaydedince medikal âlemde çığır açmış ve modern immünolojinin de temellerini atmış oldu.

Bununla birlikte bağışıklık ile ilgili ilk düşünce Antik Yunan'a kadar dayanıyor. Antik Yunanlı tarihçi Thucydides, Milattan Önce 429 yılında Atina'da yine Çiçek Hastalığı'na düçar olmuş kişilerin tekrar aynı hastalığa yakalanmadıklarını gözlemlediğini yazmıştı.

Aşı kullanımına ilişkin ilk kayda ise 15. Yüzyıl'da Çin'de rastlanıyor. Bu kullanım, 1695 yılında Çinli Doktor Zhang Lu'nun yazdığı kitaba da girmiş. Buna göre Çinliler 15. Yüzyılda 'variolasyon' denilen bir primitif teknikle bağışıklık sağlayabiliyorlardı. Bu teknikte Çiçek Hastası olan kişinin döküntülerinden alınan örnekler hasta olmamış insanların derilerine sürülüyor ve bağışıklık geliştiriliyordu. Çin'de variolasyon sayesinde Çiçek Hastalığı'ndaki ölüm oranı yüzde 30'lardan yüzde 3'lere kadar indi. 18. yüzyılda ise Çiçek Hastalığı'na yakalanan çocuklara uygulanan variolasyon yöntemi, mortaliteyi, yani ölüm oranını yüzde 30'lardan yüzde 2'lere dek düşürdü.

AŞIYA GÜVENSİZLİK ESKİDEN DE VARDI

Variolasyon tekniği, Çin'den Orta Asya'ya, daha sonra da Kafkasya'ya geçti. Ardından da Kafkas tüccarlar variolasyon uygulamasını İstanbul'a getirdiler. Variolasyonun Avrupa'ya geçişi 18. Yüzyıl'ın başında oldu. 1714'de İstanbul'da gönüllü olarak variolasyon yaptıran Emanuel Timoni ve Giacomo Pilarino, Londra Kraliyet Derneği'ne tekniği anlatan bir mektup yazdılar. Ne var ki tutucu İngiliz hekimler bu iki mektubu ciddiye almadı. İngiltere, bu teknikten ilham alan aşılamayı aynı asrın sonunda gerçekleştirdi.

Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi'nden Doç. Dr. Melahat Akdeniz ve Yrd. Doç. Dr. Ethem Kavukçu'nun Aşılama ve Aşıların Tarihçesi adlı akademik çalışmasına göre Jenner, 1796'da sütçü Sarah Nelmes'in elindeki yaralardan türetilen Sığır Çiçeği Hastalığı materyalini sekiz yaşındaki James Phipps'in iki koluna da zerk etti ve böylelikle ilk aşılamayı gerçekleştirdi. (Aynı çalışmanın bir başka kısmında ise "Modern aşılar, 1789'da Jenner'in çiçek aşısını geliştirmesi ile başlamıştır" deniliyor.)

Çiçek Aşısı'nın, aşının atası olan variolasyona karşı çıkan İngiltere'de bulunmasından bir süre sonra Çiçek Aşısı'nda kullanılana benzer tekniklerle Osmanlı Devleti'nde Şânizâde Atâullah Efendi ve Hekimbaşı İsmail Paşa tarafından lokal aşılama çalışmaları yapıldı. Aşının yerli üretimi ilk kez 1892'de Sultan II. Abdülhamid tarafından kurdurulan Aşı Üretim Merkezi'nde (Telkihhane) gerçekleştirildi. Çiçek Aşısı'ndan sonra Fransız mikrobiyolog ve kimyager Louis Pasteur, 1885'te Kuduz Aşısı'nı buldu.

Amerikalı ilk bakteriyolog kabul edilen general George Miller Sternberg, 1882 yılında ölü bakterinin enjeksiyonu ile Pnömoni'nin (Zatürre) önlenebileceğini bildirdi. Bu aşı ilk olarak Sir Almroth Wright ve arkadaşları tarafından 1911 yılında Güney Afrika'da altın madeninde çalışanlar üzerinde yapıldı. (Siyahi işçileri FAZ-1 aşamasında denek yapmışlar resmen! Neyse ki başarı kaydedilmiş.)

İlk BCG Aşısı (Tüberküloz Aşısı) ise 1921'de Fransa'da Weill-Halé tarafından

-annesi doğumdan sonra Verem nedeniyle ölen- bir bebeğe yapıldı. Koruyuculuğun sağlandığı görüldü. Tüberküloz'da çocuklarda mortalite oranı yüzde 32 iken aşılama ile bu oran 1,8'e kadar düştü.

Ne var ki 1929'dan sonra Almanya'da BCG (Bacillus Calmette-Guérin) ile aşılanan 252 bebekten 72'si Verem'den ölünce ve 137 bebekte de hastalık kronikleşince halk aşıya güvenini bir ara kaybetti. Ancak sonraki çalışmalar BCG aşısının güvenilir olduğunu gösterdi.

SAVAŞTA DÜŞMANLARIMIZA BİLE AŞI VERMİŞİZ

Türkiye Sağlık Enstitüleri Başkanlığı'nın (TÜSEB),

1 Mart 2021 tarihli Türkiye'nin Kısa Aşı Tarihçesi adlı yayınına göre aşı, savaş dönemlerinde düşmanlar arasında bile alışveriş konusu olabilen bir panzehir idi.

Öyle ki İstanbul'un işgal altında olduğu 1920-1921 yılları arasında, Telkihhane'de, yani bizim aşı üretim merkezimizde üretilen Çiçek aşısı 'düşmanlarımız' olan İngiltere ve Fransa'ya bile ihraç edildi.

Yine aynı çalışmaya göre daha önceki bir dönemde, II. Abdülhamid devrinde Kuduz aşısının mucidi Louise Pasteur çalışmalarını İstanbul'da yürütmesi için davet edildi, ancak bu teklifi reddetti.

Bu arada Korona pandemisinde Çin'den Sinovac aşısı aldık ya (Gerçi Çinliler tam teşekkülü bir aşı desteği vermediler) biz de onlara 1940 yılında yaşadıkları Kolera salgını için aşı göndermişiz.

Öte yandan gene savaş yıllarında kendi tıpçımızı, Ordinaryüs Profesör Tevfik Salim Sağlam'ı (1882-1963) askerlere tifo aşısı yaptı diye Divan-ı Harp'te yargılamışız. Bu konuyu 21 Haziran 2020'de bu köşede Medikal mazimizin röntgeni başlıklı yazımda şu cümlelerle anlatmıştım:

"Sağlam'ın hayatıyla ilgili -Vikipedia'dan erişilemeyecek- bilgileri Prof. Dr. Nusret H. Fişek'in el yazmasından alıntılarla bu yazıda paylaşalım:

Sağlam'ın iç hastalıkları bölümünde laboratuvar şefi olarak başlayan meslek hayatı, onu bulaşıcı hastalıklar konusunda duyarlı kıldı. Savaşın kötü koşullarında tifo ile mücadele ederken (Sarıkamış'ta Şark Orduları Sıhhiye Müfettişliği yapıyordu) kendisi de tifoya yakalandı. Oradayken lekeli tifoya karşı, bir hastadan alınan kanı defibrine ettikten sonra, bir saat süreyle 56 derece sıcaklıkta tutarak hazırladığı aşıyı, gönüllü beş ere ve dört subaya uyguladı ve böylelikle onların hayatını kurtardı. Ardından aşı, diğer tifolu ordu mensuplarına tatbik edildi. Sağlam, bu özgün çalışmasıyla takdir görmesi gerekirken kimi meslektaşlarının şikâyetleri üzerine 'Divan-ı Harbe' verildi. Bu yüzden 1918 yılında Nemrut Mustafa Paşa Divanı'nda yargılandı. (Buyur burdan yak!) Neyse ki beraat etti." (Ayrıntılar için bkz: https://www.sabah.com.tr/yazarlar/pazar/ferhat-unlu/2020/06/21/medikal-mazimizin-mikro-rontgeni

İSRAİL VE İNGİLTERE'NİN AŞI STRATEJİSİ

Günümüzde Çiçek Hastalığı, Kuduz, Difteri, Sığır Vebası, Tifo, Kolera, Dizanteri, Veba, Verem, Boğmaca, Tetanos, Influenza (Grip), Şarbon, Zatürre ve başka pek çok hastalığın aşısı var.

Bunlardan bazıları Plasebo Etkisi (Farmakolojik bileşenlerden ötürü değil, bir tür telkine dayalı tedaviyle sonuç veren ilaçların etkisine verilen isim) ile mi iyileşme sağlıyor, bilinmez. Ancak tarihteki istisnalar hariç, hepsinin hastalıklara karşı bağışıklık sağladığı kesin.

Aşılamada en son teknoloji ise mRNA aşıları. 2019 Temmuz'unda, yani Koronavirüs pandemisinden önce Avustralya'da bir grup bilim insanının yapay zekâ ile grip aşısı ürettiğinin de altını çizelim.

İnaktif Çin aşısı Sinovac ve viral vektör Rus aşısı Sputnik bir yana Pfizer/Biontech, Moderna gibi mRNA aşıları da pandeminin birinci yılında keşfedildi ve pek adil dağılmasalar da insanlığın hizmetine sunuldu.

Pandeminin ilk dönemlerinde yazdığım yazılarda aşı keşfedilse bile tedarik noktasında sıkıntılar yaşanacağını SARS ve MERS gibi daha önceki küçük çaplı salgınlardaki deneyimlerden yola çıkarak şu cümleyle özetlemiştim: "Şayet gezegenimiz, bu korkutucu oranlarda vakalarla karşılaşırsa Korona aşısının -keşfinden sonra da- yeni bir riskle karşı karşıya kalabilir: Aşı yetmezliği… Çünkü özellikle pandemi dönemlerinde herkes kendi ihtiyacını düşündüğü için aşı ithalatı zorlaşıyor. Bunu SARS'ta yaşadık."

Bu yüzden başta İsrail olmak üzere İngiltere, Almanya ve Fransa gibi ülkeler 'sıra dışı' diyebileceğimiz bir aşılama stratejisi belirlediler. Bu strateji doğrultusunda İngiltere, mRNA aşılarının ilk dozda da koruyuculuğu yüksek olduğu için mümkün olduğu kadar çok insana ilk dozu uygulayıp, ikinci dozu olabildiğince (10-12 hafta arası) ötelemeyi tercih etti.

Buna ABD İlaç ve Gıda İdaresi (FDA) karşı çıktı, ancak İngiltere bildiğini okudu.

İsrail de benzer bir stratejiye yöneldi. Elbette İsrail'in aşıdaki başarısının tek sırrı bu strateji değildi. Zira İsrail, Pfizer/Biontech aşısını bir an önce temin etmek için Pfizer'e, Biontech aşısının piyasa değerinin iki katı fiyat ödedi: Doz başına 30 dolar. Yüksek ödeme ve erken siparişle aşıları erkenden tatbik eden İsrail, İngiltere gibi ilk dozları önceleyen bir strateji izledi.

Türkiye de aşılamada başarılı olan ülkelerden biri, ne var ki çarşamba günü Biontech'in ikinci dozunun önce iptal edilmesi, bir gün sonra 'iptalin iptal edilmesi' bu başarıya gölge düşürdü.

TÜRLÜ TÜRLÜ VARYANTI, ÇEŞİT ÇEŞİT HUYU VAR

İnsanlık tarihinde bulaşma, daha doğrusu salgın ve aşılama kavramları arasındaki süre ne kadar kısalmışsa pandemilerle baş etmek o derece kolaylaşmış. Ne de olsa enfeksiyon ile enjeksiyon kelimeleri arasında yalnızca bir harf fark var. İlki, Latince'de bulaşma (Tıpçılar 'bulaş' diyor ama kulak tırmalayan uyduruk bir kelime) anlamına gelen 'infecto'dan türeme. İkincisi ise yine Latince'de zerk etmek anlamına gelen 'iniect' fiilinden… Umarız enfeksiyon aşamasını, enjeksiyonlarla aşarız. Tarihteki istisnalar hariç, aşıların hepsinin hastalıklara karşı bağışıklık sağladığı kesin dedik ama bu yeni nesil virüslerde bir de varyant meselesi var.

Aşılama süreçlerinde bilim insanlarının en çok tartıştığı konulardan biri de aşıların mutasyona uğrayan virüsün yeni varyantlarına karşı ne derece koruma sağladığı. Bir virüs mutasyona uğradığında veya genetik kodunda bir değişiklik söz konusu olduğunda; bu, bir varyant oluşturuyor. Bunu, bilişim diliyle virüsün yeni sürümü gibi düşünebilirsiniz.

Şimdiye kadar elde edilen bulgular, Koronavirüs'ün acayip bir mutasyon yeteneği olduğunu gösteriyor. Bir başka deyişle Kovid-19, genetik olarak kendini dönüştürüp var olmayı sürdürme konusunda doğal bir yetenek kazanmış. Bu, virüsün ille de iyiden iyiye habis bir karaktere bürünmesi, mutantlaşması, canavarlaşması anlamına gelmiyor. Virüs, gücünü azaltan mutasyonlar da geçirebiliyor.

Bilim henüz kesin cevabı bulmuş değil ama genel kanı, mRNA aşıları başta olmak üzere aşıların varyantlara karşı da koruma sağladığı yönünde.

Bugüne dek ortaya çıkan varyantlara gelince…

Yazının başında belirttiğimiz üzere Çin'de keşfedilen ilk varyantın, yani orijinal virüsün teknik adı, D614G. Salgının başından bu yana görülen diğer varyantlar ise şunlar:

Güney Afrika varyantı (B.1.351): Ekim 2020'de Güney Afrika'da görüldü.

Brezilya varyantı (S. 1): Aralık 2020'de Brezilya'da tespit edildi.

İngiltere varyantı (B.1.1.7): Eylül 2020'de Londra'da keşfedildi.

Danimarka varyantı (L452R): Eylül 2020'de Danimarka'da tespit edildi.

Hindistan varyantı (B.1617): Ekim 2020'de Hindistan'da tespit edildi.

Ayrıca ABD Kaliforniya'da yayılan B.1.427 ve B.1.429 varyantları da var.

Aşılar, bütün bu varyantlara karşı belirli düzeyde bir koruma sağlıyor, ancak oran vermek güç. Bilim insanları da oran veremiyor çünkü. Bilimsel kesinlik, aşıların, bir başka deyişle 'mikro-Süpermenler'in; orijinal virüs, mevcut varyantlar ve 'müstakbel varyantlar'la mücadelesinin sonuçlarını gördüğümüzde elde edilecek.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA