Geçtiğimiz hafta vaktimin bir kısmını New York'ta düzenlenen 'The Armory Show' da geçirdim. Bu tarz sanat etkinlikleri hedonist ruhları tatmin etmek için bulunmaz birer fırsat. Fuara bu sene 270 den fazla galeri katıldı ancak büyüklüğünün yanı sıra bu sene fuar benim gibi birçok sanatseveri tatmin etmekten çok uzak kaldı. Büyüklüğün saadet getirmediğini söyleyen kadınları böylece anlamış oldum.
Dünyaca ünlü galerilerin ihtişamlı, akıl sınırlarını zorlayacak eserlerinin sergilenmesini beklerken, daha küçük çaplı, egaliter havaya bürünmüş galerilerin alışıla gelmiş eserleri ile karşılaşmak bir anlamda sukut-ı hayal oldu.
Dev labirenti andıran koridorlarda irili ufaklı galerilerin, misafirlerin daha doğrusu alıcıların ilgisini çekmeye çalışmaları bir anlamda üzücü. Yakında seçkin sanat danışmanlarının kapalı çarşı usulü satış teknikleri geliştirmeleri şaşırtıcı olmaz herhalde.
Fuar estetik anlamda olmasa da düşünsel anlamda beni çok etkiledi. Tozlu raflardan bir soruyu tekrar gündemime getirdi. 'Sanat sanat için midir, yoksa toplum için mi?' Bu soru ilk olarak Théophile Gautier tarafından 19.yy da gündeme getirilmiş. Konuya farklı bir yönden bakarsak, delinin biri bir kuyuya taş atmış bin akıllı çıkaramamış.
Konu üzerindeki kutuplaşmalar bir elitist, popülist savaşı halinde. Ben hangi kulübe üye olsam? Bir tarafta sanatın gayesinin sanat yapmak olduğunu ve didaktiklikten uzak kalarak ototelik (autotelic) bir kavram olarak algılanması gerektiğini savunanlar. Diğer tarafta sanatın halkı aydınlatma misyonu üslenmesi gerektiğini söyleyerek ona bir kurtarıcı rolü atfedenler. Yukarı tükürsem bıyık aşağı tükürsem sakal.
Gerçi konuyla ilgili fikrimi yazımın başında belirtmiştim. Benim için sanatın emeli hedonist ruhumu egoist bir şekilde tatmin etmek. Fuarda tatmin olamayan ruhum git geller içersinde soruma cevap ararken günümüzde sanatın gayesi uzaktan bana göründü. Reed Seifer'in 1 dolarlık banknotlarla oluşturduğu eseri bana 21.yy da sanatın ve fuarın amacını anlattı.
Ne dogmatik ne ototelik, sanat artık pragmatik. Para için yapılan, estetikten yoksun, birbirinin kopyası eserler yüz binlerce dolara satılır olmuş. Son yıllardaki performansıyla sanat dünyasının Britney Spears'ı olmaya aday Damien Hirst, bu fuarda yine başrolde. 1000 kopyalık bir kafatası print 10,000 dolardan alıcı buluyor.
Sonradan para kazanarak, ilk kazandığı parayı arabaya yatıran bir sonradan görme ile parasını nereye yatıracağını bilemeden, bir moda akımına uyarak, estetikten yoksun, beğeni eşiğinden geçirmeden sanat eseri alan bir zengin arasında bana göre hiçbir fark yok. Lütfen kusura bakmayın kimse sanata yatırım yapıyorlar diye bu insanları takdir etmemi beklemesin.
Mamafih, bu konu üzerinden popülist bir tavır takınacak değilim. Sanat eserlerinin de bir değer taşıması gerektiği aşikâr. Hâlihazırda, söz konusu değerin yüksek olması gerektiğinin de en büyük savunucusu sayılabilirim.
Ancak önemli olan bir eserin ortaya çıktıktan sonraki değerlenme sürecinden ziyade yaradılış süreci. Maddi kaygılarla ortaya çıkarılmış, yaratıcılıktan uzak, özgünlükten bihaber eserler sanatın kitlelere yayılmasına destek değil köstek oluyorlar. Böyle giderse ben de haddimi aşıp Başbakanımız ile ağız birliği yaparak çeşitli sanat eserleri için ucube tabirini kullanırsam lütfen şaşırmayın.
The Armory Show da dikkatimi çekenler;
- Victoria Miro galerisinde bulunan Yayoi Kusama'nın büyük çiçek heykeli fuarın en görkemli eserlerindendi.
- White Cube'da Damián Ortega'nın bisiklet çalışması ekonomik ve kültürel anlam taşıması babında güzeldi.
- Hip Hop şarkıcılarını resmeden Kehinde Wiley'nin eserleri gün geçtikçe daha çok ilgimi çekiyor.
- Galerist'de Elif Uras'ın Euroasia eseri tarafsız gözle fuarın en iyilerindendi. Türk olmasının yanı sıra New York'ta yaşamasına ayrıca sevindim. Umarım eserlerini burada daha sık takip edebiliriz.
- Son olarak Paul Kasmin Gallery'de Kehinde Wiley'nin boş bir alanı çit ile çevirdiği eseri fuarda beni en çok etkileyen eser oldu.
tan.yesilada@gmail.com