Suçluyum biliyorum!!! Mahkemeye çıkarılmama bile gerek yok, suçumu itiraf ediyorum! Raskolnikov gibi suçluluk duygusu ile yaşamaktansa suçumu size itiraf ederek kurtulmak istiyorum. Geçtiğimiz haftayı rüyalar ülkesi Amerika'nın başkentinde Washington'da geçirdim. Zamanım mı yoktu? Vardı? Konu mu yoktu? Çoktu!
Bahanem yok ama sanki kum saati gibi akıp geçti zaman. Doluya koydum olmadı, boşa koydum dolmadı, bir türlü yazamadım. Vakit uzadıkça daha güzel bir yazı yazmak istedim. Ecel geldi cihane, başağrısı bahane. Bu saatten sonra bahane üretmektense sizlerden özür dilemeliyim. Nede olsa eğilen baş kesilmezmiş.
Washington
Washington bana beklediğimden çok fazlasını verdi. Ruhu olmayan, soğuk ve karaktersiz binalardan yapılma bir şehir beklerken, gördiklerim karşısında şaşkınlığım yüzüme yansıdı. Gezim boyunca suratım bir ayran budalasını aratmadı. Her girdiğim bina beni hayretlere düşürdü. Özenerek etrafıma bakarak her defasında iç geçirdim.
Şehrin her metrekaresine estetik yansımış. Sanatın bir dalı olarak kabul ettiğim mimari Amerikan rüyasının başkentine yaraşır bir biçimde kullanılmış. Neoklasisizmden viktoryana, gotikten moderne kadar her türlü mimari akım bu görkemli şehirde mevcut.
Washington'da mimari, Amerika'nın hegemonik gücünün bir göstergesi olmuş durumda. Binaların ihtişamı size esnetikten fazlasını, kendilerine has bir ideoloji sunuyor. Foucault'nun mekanların mevcut iktidarlara nasıl hizmet edebileceğini savunan yazısını okuduğumda (Michael Foucault, İktidarın gözü) bana abartılı gelmiş için için alaycı bir biçimde gülmüştüm. Ancak, Pazar sabahı Washington'da Amerika Birleşik Devletleri Kapitol binasının önüne geldiğimde cehaletimden, ve dar görüşlülüğümden dolayı utandım. Bir ideoloji bu kadar ince ama abartılı bir biçimde savunulabilir. Bina, fransız mimarisinden esinlenilerek yapılmış. Size şöyle tasvir edebilirim; gücü ve bağımsızlığı tuvale yansıtmak isterseniz bu binayı çizmeniz gerekir.
Atina'da Akropolis'i gezdiğimde çok etkilenmişidim. M.Ö. 6.yy imkansızlıkları içinde, yaratılmış bu şaheser beni büyülemişti. Fakat, Amerika Ulusal Arşiv binası Neoklasik tarzında öyle heybetli bir yapı ki, Akropolis'in dili olsa kıskanacak. Bina içine daha girmeden toplumun tarihe verdiği önemi yansıtıyor. Biz ise haftada bir ekran karşısına geçip Tarihin Arka Odası programında magazinsel tarih izleyerek ve ya ceddin deden, neslin baban deyip yürüyerek tarihe ne kadar önem verdiğimizi kanıtlamaya çalışalım. Atı alan Üsküdar'ı geçmiş Edirne'ye varmış bile.
Modern mimari şehirde konuşlanabileceği en uygun yerde! Ulusal Sanat Galerisinin modern ve çağdaş sanat koleksiyonunun bulunduğu doğu binası dünyaca ünlü I.M. Pei tarafından dizayn edilmiş. Yine I.M. Pei tarafından tasarlanan Louvre Piramidi inanın bu eser karşısında devede kulak kalıyor. Mimari açıdan yapı dev bir origami kağıdını andırıyor. Bu yapıyı tasfir etmeye çalışmak fayda getirmeyeceğinden, gereksiz bir çaba içersine girmiyorum. Ancak şunu söyleyebilirim, bina O kadar esnetik ki içindeki sanat eserlerini gölgede bırakıyor.
Sonuç
Mimari, Roma döneminden başlayarak, günümüze kadar çeşitli uygarlıklara ideolojilerini oturtma ve iktidarları pekiştirme anlamında araç olmuş olmaya da devam ediyor. Mekanlar esnetik ile harmanlanarak, mimarların elinde iktidarları meşrulaşrtıran ideolojik birer aygıt konumundalar.
Biz bu etkili aracı ne derece kullanıyoruz acaba? Yoksa, Müflis bezirgan eski defterleri karıştırırmış misali hala Osmanlı mimarisinden bir adım öteye gidemedik mi? Ben cevabı size bırakıyorum.
Tan.yesilada@gmail.com