Yanlış çağda yaşıyorum hissi bir türlü geçmiyor… Her gün, yeni bir trajedinin ağırlığı altında ezilen bir dünyada, insanın ruhu bu kadar acıyı kaldırmıyor. Bolu Kartalkaya'daki yangın faciasında kaybedilen canlar, yerle bir olan hayatlar ve ardından sosyal medyada patlayan o tanıdık 'hezeyan dalgaları'. Herkesin elinde bir megafon: "Şöyle olmalıydı", "Böyle yapılsaydı". Ama geriye dönüp baktığımızda, bu acılar hızla unutulup gidiyor. Kabul edelim, acının ömrü kendi acımız olmadıkça çok kısa. Toplumsal bellek giderek daha çabuk siliniyor. Bir yangının dumanı dağılır dağılmaz, ekranlarımız yeni trajedilere açılıyor. Oysa kaybettiklerimizin arkasında kalması gereken bir hesap, bir sorgulama yok mu? Çoğu zaman o hesap sorulamıyor. Yerine geçen ise 'duyarlılık performansı' sosyal medya profilimizde siyah bir kare, birkaç yüksek tondan çıkış ve sonra kaldığı yerden devam eden günlük hayat. Ama şu soruyu kendimize ne zaman soracağız? Ne zaman bu normalleşme hızımızdan rahatsız olacağız? Modern çağın hızlı tüketim dünyasında, acı bile bir meta haline geldi. Tüm bu 'hızlı unutma' sarmalı, bizi her şeyi tüketmeye, hatta başkalarının trajedilerini dahi çabucak sindirip atmaya zorluyor. Oysa trajedi; durup düşünmeyi, sorgulamayı ve ders çıkarmayı gerektirir.
ACILAR İÇ İÇE GEÇTİ
Çağın sertliği, empatinin çöküşünde kendini gösteriyor. Sanki insanlar, her yeni felakette biraz daha kabuk bağlıyor, biraz daha duyarsızlaşıyor. O kabuğu kırıp, özümüzdeki ışığı yeniden bulmamız gerekmez mi? Yanıp kül olan hayatları unutmayıp; her yeni trajediye daha bilge ve daha duyarlı yaklaşmayı öğrenmeliyiz. Belki de şu sert ve acımasız çağda bir 'şimdi' yaratmak için yaşıyoruz. Ama bu da cesaret istiyor. Herkes unutmaya devam ederken hatırlamak cesaret istiyor. Yanıyoruz. Ama yangının külünden bir anlam çıkarmak elimizde. Bir felakete ağlarken bir başkası kapımızı çalıyor; acılar iç içe geçiyor.
Hal böyleyken, insanlık kolektif olarak nasıl hayatta kalacak? Tarihin her döneminde felaketler vardı, elbette. Ancak bir fark var: Şimdi her şey gerçek zamanlı, her şey ekranlarımızda, her şey yanımızda. Empati sınırlarımızı bu kadar zorlayan başka bir dönem yaşanmış olabilir mi? Sanıyorum yok. İşte bir türlü geçmeyen yanlış çağda yaşıyoruz hissi böyle bir şey. Normali yaşadığını sanarken normalini kaybetmek... Kalmadı normalimiz. 'Güzel günler, felaketsiz günler' dileyelim, çok ihtiyacımız var çok.
AKIL SAĞLIĞIMIZI BÖYLE ZOR ZAMANLARDA NASIL KORURUZ?
Uzmanlar böyle dönemlerde neler yapmamız gerektiği konusunda neler öneriyor?' diye araştırdığımda gördüklerim ve size de faydalı olabileceğine inandığım sonuçlar şöyle: -Sürekli haber takibinin psikolojik sağlığa olumsuz etkileri olduğu vurgulanıyor. Haber almak önemlidir, ancak sürekli sosyal medya ve televizyon karşısında vakit geçirmek travma hissini artırıyormuş. Sosyal medya, insanların duygusal yükünü artırabilir. Ayrıca burada karşılaştığınız içerikler yalnızca gerçeği değil, abartıları ve spekülasyonları da içerebilir.
Bu nedenle sosyal medya kullanımını sınırlamak ve güvenilir kaynaklara yönelmek önemli. Yoğun bir kaygı döngüsüne kapıldığınızda, sizi rahatlatan basit aktiviteleri hatırlayın. Yoga, nefes egzersizleri veya yaratıcı bir uğraş (çizim yapmak, yazı yazmak, kitap okumak) zihinsel olarak size iyi gelebilir. Bir diğer önemli nokta, duygularınızı paylaşmaktan kaçınmamak. Ancak, sürekli olarak felaketler üzerine konuşmak kaygıyı tetikleyebilir. Bu konuda uzmanların birçoğu "Kayıplar üzerine konuşmak doğal bir süreçtir, fakat sürekli olumsuz duygulara odaklanmak hem sizi hem de çevrenizdekileri tüketebilir. Duygularınızı paylaştığınız kadar, birlikte iyileşmeyi konuşmaya da vakit ayırın" diyor. Bireysel baş etme yöntemlerimiz her zaman yeterli olmayabilir. Bu durumda bir profesyonele başvurmak en sağlıklı adımdır. Unutmayın, bu süreçte güçlü olmak için öncelikle kendinize iyi bakmalısınız.