Ortadoğu, Doğu Akdeniz ve Kızıldeniz'de İsrail-Türkiye çatışmasına umut bağlayanlar dışında Orta Asya, Karadeniz ve Kafkaslardaki Türk-Rus gerilimine yatırım yapan kesimler de yeniden faaliyete geçmiş görünüyor. Karadeniz'de geçen haftalarda karasularımızda Rusya'ya giden iki tankere yönelik Ukrayna saldırısından sonra önceki gün bu kez de Rusya tarafından Ukrayna limanlarındaki üç Türk gemisi füzelerle vuruldu.
Saldırıların tam da Rus lider Vladimir Putin ile Cumhurbaşkanı Erdoğan arasında Aşkabat'ta yapılan görüşmeye denk getirilmesi de dikkat çekici. Saldırıların zamanlaması, yeri, aktörleri, görünen ve görünmeyen hedefleri sorulara yol açıyor.
Fakat biz ikincil ve üçüncül kaynaklardan gelişmeleri yorumlarken devletimiz eminim bu yeni stratejinin aktörlerinden de niyetlerinden de haberdardır. Çünkü uluslararası ilişkilerde temel kurallardan biri şudur: "İnsanlar birbirinin niyetini bilmez ama devletler bilir."
Nitekim Cumhurbaşkanı Erdoğan, Türkmenistan'dan dönüşünde gereken yerlere gereken cevabı şu sözlerle verdi: "Karadeniz'in bir hesaplaşma alanı olarak görülmemesi gerekir. Böyle bir durum Rusya ve Ukrayna'ya sadece zarar verir, hiçbir fayda sağlamaz. Karadeniz'de seyrüsefer güvenliğine herkesin ihtiyacı var. Bu mutlaka sağlanmalıdır."
***
İşte bu nedenle saldırıların mahiyetini iyice anlamak için Karadeniz, Doğu Akdeniz, Kafkasya, Orta Asya, Ortadoğu, Kuzey Afrika, Balkanlar, Güney Asya ile Somali merkezli Kızıldeniz ve Aden Körfezi'nde Türkiye'nin son yıllarda hayata geçirdiği başarılı stratejilerden kimlerin neden rahatsız olduğuna bakmak gerekir.***
Haliyle rakip tarafların tarafsız konumdaki Türkiye'yi hedef almaması eşyanın tabiatına aykırı. Zira Türkiye'nin dış politikada izlediği otonom özerkliğin rotasını değiştirmek isteyen birçok yerel ve küresel aktör var. Ne var ki şimdiye kadar hiçbiri ülkemizin eksenini değiştiremedi.