Suriye'de 61 yıllık Baas rejimi son buldu. Beşar Esad da ülkesinden kaçtı.
Suriye'de 2011'den bu yana devam eden kanlı iç savaşta Esad, Türkiye'nin işbirliği çağrılarına hep sırt çevirmişti.
Suriye kan gölüne dönerken Türkiye, insan hakları tarihinde en büyük özverilerden birini gerçekleştirerek milyonlarca Suriyeli göçmene kapılarını açmıştı.
Elbette bu özverinin Türkiye'ye bir faturası oldu. İkiyüzlü Batı, Türkiye'yi göçmen sorunuyla baş başa bıraktı!
Başkan Recep Tayyip Erdoğan, birçok siyasi partinin en önemli vaadi Suriyeleri göndermek olduğu Cumhurbaşkanlığı Seçimi'nden iki gün önce bile şu açıklamayı yapmıştı:
"Ülkesindeki savaş sebebiyle Türkiye'ye gelmek zorunda olan bin Suriye halkı var...
Şimdi bu insanlar bizim ülkemize geldiklerinde bunlar göçmendir diye biz bunları tekme tokat kovalayalım mı? Bu bir defa insani değil. Vicdani değil.
Hepsinden öte İslami değil. Bunları kapıya koyamayız." Ülkedeki tüm mülteci düşmanı havaya rağmen Erdoğan "Hayır göndermem" demişti.
Ve şimdi Suriyeliler ülkelerine dönüyor.
Suriyeli 19 yaşındaki Muhammed Mustafa, "Artık ülkemize dönmenin vakti geldi.
Türkler çok iyiydi, hepinizi özleyeceğiz.
Aramızda dostluk bağı kalır, gelir ziyaret ederseniz. Biz de sizleri misafir ederiz. O yüzden hepinize çok teşekkür ediyoruz" diyor.
Akan kana, kaos ve zorluklara rağmen filmin sonu mutlu bitiyor gibi gözüküyor.
Suriyeliler en olması gereken, en insani şekilde ülkelerine dönüyor.
Daha üç hafta önce Beşar Esad'ın devrileceği hiç hesapta yoktu! Rusya 600 bin kayıpla Ukrayna savaşı batağına saplanmışken ve Hizbullah'ın yaşadığı kayıplar nedeniyle İran, Suriye'ye askeri yardımda bulunamayacak hale geldiği bir anda Türkiye, bölgesinde yine oyun belirleyen, Esad'ın devrilmesini sağlayan en büyük güç oldu.
2011 yılından bu yana Suriye'deki iç savaştan en çok zarar gören ülke olan Türkiye için şimdi bu zaferin faydalarını görme zamanı.
Suriye, Saddam sonrası Irak gibi kaosa sürüklenir mi? İç çatışmalar devam eder mi?
YPG bu kaos ortamında toprak kazanır mı? Türkiye'den ne kadar göçmen Suriye'ye döner? Tahmini 1.5-2 milyon göçmen Suriye'ye dönerse bunun Türkiye açısından sonuçları ne olur?
Esad sonrası Suriye üçe bölünür mü?
Şu an fiilen Türkiye'nin vilayeti gibi gözüken Halep'in geleceği ne olur?
Bunun gibi birçok sorunun yanıtını yaşayıp göreceğiz!
***
BİR KULÜBÜN YAPACAĞI EN SON ŞEY!
Jose Mourinho geldiğinde Fenerbahçe'nin Türkiye Ziraat Kupası'na katılacağını düşünüyordum. Mourinho gibi gazozuna maçı bile ciddiye alan, her maçı, her kupayı kazanmak için sahaya çıkan bir profesyonellik abidesinin Ali Koç'u kupaya katılmama yanlışından döndüreceğini tahmin ediyordum.
Mourinho, Türkiye Kupası'na katılmama kararına nasıl onay verdi anlamak güç!
Evet, Ziraat Türkiye Kupası'nın formatı dört büyüklerle oynayacak takımların seçilmesine dönüştü.
Normalde birçok ülkede olduğu gibi Türkiye Kupası'nın tek maçlı eleme usulünde oynanması gerektiğine inanıyorum.
Eğer gerekçe yoğun maç trafiği ve gelirin az olması ise Fenerbahçe yönetimi sezon başı formatın değiştirilmesi çağrısında bulunabilirdi ama yapmadı.
63 yıllık bir geçmişi olan bir kupaya Ali Koç'un keyfi kararıyla Fenerbahçe'nin katılmamasını hem taraftarlara hem ligde oynama fırsatı bulamayan yedeklere, gençlere hem de Türk futboluna yapılmış büyük bir haksızlık olarak görüyorum.
Türkiye Kupası'nı sadece maddi gelir üzerinden ele almak da doğru değil. Örneğin; Erzincanspor'da oynarken kimsenin tanımadığı Kerem Aktürkoğlu'nun kaderi Türkiye Kupası'nda Galatasaray'a karşı maça çıktıktan sonra değişti!
Fenerbahçe bu sezon Avrupa'da Mart'ı göremezse, Süper Lig'de de şampiyonluğu kaybederse yine bir sezonu daha kupasız kapatacak!
10 yılda bir kupa kazanırsan yeni taraftar da kazanamazsın!
Kombine sahiplerinin bu duruma kızmaması da enteresan. Takımını tribünde izlemek için dünyanın parasını veriyorsun ama takım Türkiye Kupası'ndan çekiliyor!
Kuruluş amacı her müsabakaya katılmak ve sportif alanda başarı elde etmek olan Fenerbahçe'nin kupadan çekilmesi profesyonel bir kulübün yapacağı en son şeydir.
***
BÜYÜK KAYIP!
Ünlü yönetmen Şerif Gören'i de kaybettik. Gören 'Derman', 'Katırcılar', 'Almanya Acı Vatan', 'Sen Türkülerini Söyle', 'Polizei', 'Kurbağalar', 'Tomruk', 'Yılanların Öcü', 'Firar', 'Beyoğlu'nun Arka Yakası' ve daha birçok önemli filme imza atmıştı.
Yılmaz Güney'i uluslararası arenada zirveye çıkaran Türk Sineması'nın en başarılı filmi kabul edilen 'Yol'un asıl yönetmeni de Gören'di.
Askerle köşe kapmaca oynanarak, film ruloları yurtdışına kaçırılarak kurgusu yapılan 'Yol' filminin çekim süreci bile Gören'i sinema tarihinin unutulmazları arasında yapar!
Ülkemizde 1960'larda Ömer Lütfi Akad ve Atıf Yılmaz'la başlayan sosyal gerçekçi sinemanın en üretken, en özgün, en başarılı yönetmenlerinden biriydi Gören.
Güney'in asistanlığıyla başlayan sinema serüveninde bir dönem sağ kolu olduğu Yılmaz Güney'in senaryolarını filme alan, yarım kalan filmlerini tamamlayan Gören sosyalist kimliğini her filminde hissettirmişti.
Gören, her zaman halkın yanında olarak, halk için sosyal gerçekçi filmler çekerek ülkedeki protest, özgürlükçü ve eleştirisel düşüncenin gelişmesine de büyük katkıları oldu.
Gören'in filmografisinin Türkiye'yi ve halkını anlama ve kavrama adına yeni nesiller için büyük bir hazine olduğunu düşünüyorum.
Gören'i yaptığım röportajlarda biraz yakından tanıma fırsatı bulduğum için de kendimi şanslı sayıyorum.
Gören, başarılı sinema kariyerinin dışında mütevazı, özgün kişiliğiyle de dikkat çekiyordu. En önemlisi fikirlerinden, hayata karşı duruşundan hiç taviz vermedi.
Güle güle büyük usta. Mekânın cennet olsun.
***
Altyazı
"Psikopatlıkla alakası yok, senin dalını kıranın ağacını kökünden sökeceksin." (Köstebek)