Türkiye'nin en iyi haber sitesi
HAŞMET BABAOĞLU

Bir an, upuzun ve hâlâ süren bir an...

Sesli dinlemek için tıklayınız.

Bursa...
Setbaşındayız.
Belki o zamanın Mahfel'inde...
Üzerimde paltom var, başımda şık bir bere...
Sonra fotoğraflardan baktım da oradan biliyorum.
Ama kollarımı zorlukla hareket ettirmeye çalışıp minik parmaklarımı bardağın içine sokmaya çalıştığımı dün gibi hatırlıyorum...
Boza kalıntılarına bulanan parmaklarımı birer birer yaladığımı; o sandalyeden bardağı temizlemeden kalkmak istemediğimi ve annemin sürekli "Oğlum öyle yapılmaz" dediğini de...
Yaşım üç buçuk...
Hadi canım, hatırlıyor musunuz, diye sormayın.
Hatırlıyorum, cam gibi hem de...
Ama diğer hatıralarım 5 yaşından sonra başlıyor.
Siz hiç düşündünüz mü?
En erken hatıranız kaç yaşınızdan?

***

Şimdi bu da nereden aklına geldi, diyeceksiniz.
Birincisi...
Artık "hatıralarımla oynama" çağımdayım ve oyunun karakteri hep gerilere, daha daha geriye gitmek üzerine kurulu...
İkincisi...
Ara ara dönüp Frederic Beigbeder kitaplarında altını çizdiğim satırlara bakarım. (Onu ucuz romancı sayanlar utansın, iyi yazardır.) Dün de otobiyografik karakterdeki "Bir Fransız Romanı"na baktım.
Kitabın ikinci bölümünün başlığı "Silinen Lütuf"tu.
Ve orada şöyle diyordu Beigbeder: "Çocukluğumu hiç hatırlamıyorum. Bunu söylediğimde kimse inanmıyor. Sıfır yaşımdan on beş yaşıma kadar bir kara delikle karşı karşıyayım. Firar eden bir suçlu gibi izlerimi silmişim. Bunu söylediğimde, annem babam gözlerini havaya dikiyor, ailem protesto ediyor, çocukluk arkadaşlarım inciniyor..."

***

Romanın ilgili bölümünün başlığının "lütuf"tan söz etmesi güzel.
Hatırlamak lütuf çünkü.
Hele tatlı bir çocukluğu hatırlamak...
Fakat burada durmak gerek...
Çünkü bazen unutmak lütuftur.
"Hafızanın irin toplamış bir yara"yı andırmaması gerekir.
Dua edelim...
Tıpkı güzel hatıralarımız gibi...
Güzel unutkanlıklarımız da olsun...

***

Tekrar konumuza dönelim mi?
Otobiyografik belleğimizde neden 3 veya 4 yaş öncesi döneme ait bir şey yoktur?
Çok araştırma var ama henüz ortak bir sonuç yok.
Yoksa o erken dönemi bir tür "önhayat" mı saymalı? Yani esas hayat dediğimiz şey "yaşamak" kadar, "hatırlayabilmek" de mi?
Niye bozayı hatırlıyorum peki?
Hiç özel olarak bayıldığım bir şey değildir. Son boza içişim yıllar öncesinde...
Peki o sırada neydi beni asıl hayata bağlayan ve o anı bugüne kadar taşıyan şey?
Tat mı?

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA